Kategoriler
Tavsiye Siteler
Son Yazılar
Son yorumlar
10 yıl önce tarafından yazıldı, 166 kez okundu ve hakkında yoruma kapatıldı.

Zina İlâhî Bir Yasaktır

İslâm Dini, İlâhî emirler ve yasaklar manzûmesidir. İslâmî yasaklar, haramlar dizisi içinde yer alan zinâ; evlilik bağı olmaksızın cinsî münâsebette bulunmaktır. Zinânın İslâm Dinindeki yasaklık derecesini Peygamberimiz şöyle açıklamıştır: “Allahın zâtına ve kanunlarına ortak koşmak günahından sonra Allah katında zinâdan, kişinin hayat maddesini nikâhlısı olmayan bir kadına bırakmasından daha büyük bir günah yoktur.” “(Zira) kişi gerçek mü’min olduğu halde zinâ yapamaz…” “(Çünkü) zinâ yaptığı zaman kişiden (zinâ fiili sırasında) imanı çıkar da başı üzerinde gölge gibi olur…” (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, III/326; Tefsîru Rûhu’l-Meânî, 15/67)

Diğer bütün İslâmî haramlarda olduğu gibi, zinâda da ferdi ve toplumu kuşatan imanî, ahlâkî ve maddî zararlar vardır. Zinâ; vücut organlarını teşhir, şehvetle bakışma ve buluşma gibi haramlarla başlayan ve çok defa yalan, içki, uyuşturucu ve ırza tecâvüz gibi başka haramlarla bağlantılı olarak sonuçlanan imanı eritici bir haram fiildir. Zinâ; toplumun ana kurumları olan âile müesseselerinin kudsiyetini zedeleyen, kurulmasını engelleyen, mutluluğunu sarsan ve sonuç olarak da neslin bekasını tehdit eden bir haramdır. Zinâ; toplumda kadın ticaretini başlatan, geliştiren ve topluma giderek artan oranda fâhişeler salan bir haramdır. Zinâ; yaygınlaşması sanatı, edebiyatı, ilmi, siyaseti, yönetimi ve askerî stratejiyi olumsuz yönde etkileyen bir haramdır.

Zinâ; sebep olduğu ana-baba ve akraba şefkatinden yoksun, hırçın nesebi gayr-ı sahih çocuklarla toplumun problemlerini artıran bir haramdır. Zinâ; bir erkek ve bir kadın tarafından yapılmış olsa da, onların bağlı bulunduğu âileleri için bir nâmus lekesi olduğundan ihtilâflara, kavgalara ve hatta cinâyetlere sebep olan bir haramdır. Zinâ; bel soğukluğu, frengi ve giderek yayılma eğilimi gösteren AIDS gibi ölümcül hastalıkların kaynağı olan bir haramdır. Zinâ; düzensiz harcamalara, iş gücü isrâfına ve isâbetsiz girişimlere ve çok yönlü nefsânîliğe yönelterek fakirlik doğuran bir haramdır. Özetlersek, zinâ, fâizle birlikte toplumun yıkım sebebi olan bir haramdır. Bu gerçeği Peygamberimiz şöyle açıklıyor: “Bir toplumda zinâ ve fâiz işlemleri açıkça yapılır olduğu zaman o toplum halkının tümü Allah’ın azâbını üzerlerine çekmiş olurlar.” (Câmiu’s-Sağîr, I/51; Râmûzu’l-Ehâdîs –İzâ Zahara’z-Zinâ…-)

Bireysel, âilevî ve sosyal hayatı çökerten yıkıcı ve eritici bir fiil olduğu içindir ki İslâm Dini zinâya, dünyada çekilecek, âhirete götürülecek cezâlar koymuştur. Kur’an ve Sünnet toplumunda itiraf, hâmilelik veya dört şâhidin şehâdeti ile sâbit olan zinâ fiilinin cezâsı Kur’an’da yüz sopa olarak belirtilmiş, Sünnette evli veya dul olan kişiler için de recm edilerek ölüm cezâsı verilmiştir. Pek tabiîdir ki, bu cezâ, bugünkü gibi câhiliyye hükümlerinin uygulandığı ve zinânın devlet güvencesi altında rahatça işlenebildiği ve zinâya götüren yolların alabildiğine açıldığı devlet ve toplumlar içinde tatbik edilemez. İslâm’ın öngördüğü zinâ cezâsı, Kur’an ve Sünnet yasalarına göre yönetilen, İslâm inancı ve kültürünü yayan, zinâya götürücü yolları açtırmayan, açık olanları kapatan, devlet bütçesinden evlenemeyen bekârlar için fon ayıran ve şartları çerçevesi içinde birden fazla evliliğe ruhsat çıkaran İslâm Devletinin ve İslâm toplumunun zinâkârları içindir.

Zinâ fiilinin âhiret cezâsı ise çok daha elem vericidir. Şanlı Peygamberimiz, ölür ölmez kabir hayatının başlamasıyla birlikte, zinâcıların zinâlarının cezâsını görmeye başlayacaklarını şöyle açıklamıştır: “Cebrâil ve Mîkâil beni Mukaddes Arza çıkardılar ve bana yürü dediler. Yürüdük. Ateş fırınları gibi ağzı dar, altı geniş bir ağıza geldik. İçinde çırılıpçıplak kadınlar ve erkekler vardı. Dipten ateşlenen bu fırında alevler alttan gelerek içindekileri yaklaşarak sardıkça, onlar dışarıya fırlayacak gibi yükseliyorlar, alevler çekildikçe de dibe yuvarlanıyorlardı. Sordum: ‘Bunlar kimlerdir?’ Cebrâil ve Mîkâil bana şu açıklamayı yaptılar: ‘Bunlar zinâ eden erkekler ve kadınlardır. (Kıyâmet Gününe kadar kabirlerinde bu şekilde azap edileceklerdir.)” (et-Tâc, 4/310).

Peygamberimiz zinâ yapanların kabir azâbını açıklarken zinâ yasağını koyan Rabbimiz de Kur’an’ında şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarır, haksız yere cana kıyar ve zinâ ederse günahı(nın cezâsını) bulur. Kıyâmet günü azâbı kat kat arttırılır ve onda (azapta) alçaltılmış/aşağılanmış olarak kalır.” (25/Furkan, 68-69)

Bireysel ve toplumsal zararlarını dünya ve âhiret cezâlarını özet olarak açıklamaya çalıştığımız zinânın ücret alarak sanatlarını(!) icrâ eden fâhişelerle veya tatmin olmak için kendi arzusuyla zinâ eden dul dişilerle yapılmış olması, halka açık genelevlerde uygulanışı onu zinâ olmaktan çıkarmaz. Zinâ, zinâdır.

İslâm Dini, yalnız zinâyı yasaklamamış, zinâya götürücü bütün fiilleri de haram kılmıştır. Zinâya yaklaşılmasını engellemek için kadınların vücut organlarını örtmelerini (tesettürü) emretmiş, hanımların nâmahrem olan erkekle bir arada yalnız kalmalarını ve birlirine şehvetle bakmalarını, tokalaşmalarını ve vücut temaslarını da yasaklamıştır. Bunun yanında, dinimiz şehevî duyguları geliştirici ve azgınlaştırıcı müzik, film, roman gibi sanat ve edebiyat türlerini, bar, pavyon, gazino ve benzerleri gibi yerlerin kurulması ve işletilmesini de haram kılmıştır.

Yüce dinimizin ve olgun aklın reddettiği zinâ, gerçekten bir çirkeftir. Zinâcıların her biri de aşağılık kişilerdir. Bunun içindir ki Hz. Allah, Kur’an’da iffetli kadın ve erkeklerin tevbekâr olmamış zinâcı erkek ve kadınlarla evlenmelerini haram kılmıştır (24/Nûr, 3). Çünkü onlar, Kur’an ifâdesiyle “pis”tirler ve kendileri gibi pislere uygundurlar (24/Nûr, 26). Haramlarda aşağılık ve azap vardır. Bütün haramlardan ve kıyâmet alâmetlerinden olduğu ifâde edilen zinâdan sakınmak, çevredeki insanları uyarmak gerekmektedir. Bu sakınmada âhiret saâdeti vardır: “Kim bana iki çenesi araısndaki dilini ve iki bacak arasındaki tenâsül uzvunu haramlardan koruyacağına garanti verirse ben de onun Cennete gireceğine garanti veririm.” (et-Tâc, 5/183).

Rabbimiz de Firdevs Cennetine vâris olacak gerçek mü’min kullarını vasfederken onların zinâdan korunan kullar olduğunu bildirmektedir (23/Mü’minûn, 5-7). Peygamberimizin şu uyarısı gerçekten önemli ve dikkat çekicidir: “Aman zinâ yapmayınız. Zira yaparsanız sizin nikâhlı kadınlarınızdan, kadınlarınızın da sizden alacağı cinsî haz körelir. Aman nâmuslu olun ki, kadınlarınız da nâmuslu olsunlar. Zira falan oğullarının erkekleri zinâ edince kadınları da fâhişe oldular.” (Keşfu’l-Hafâ, h. no: 1738)

 

İnsan, yaratılış düzeni itibarıyla cinsî konularda son derece hassastır. İslâm Dininin yasaların koyan, insanı yaratan Allah olduğu için dinimiz insanın cinsel duyarlılığına uygun emirler ve yasaklar koymuştur. Tek tek fertleri değil; bireylerin bağlı olduğu cinsleri esas almıştır. Dinimiz akrabalık ilişkileri, eğitim, çalışma ve nişanlılık gibi sebeplerle de olsa, birbirlerine nikâh düşebilecek kadınla erkeğin bir araya gelerek yalnız kalmalarını yasaklamıştır. Bu konudaki haram kılıcı ölçüleri Peygamberimiz şöyle açıklamıştır: “Sizden biriniz, yanında mahremi bulunmayan nikâh düşebilecek bir kadınla yalnız kalmasın.” “(Zira) üçüncüleri şeytan olur.” “Şeytan da kan kan damarlarınızda şehvet duyguları ile akar.” “Bu sebeple kadınlarla ancak mahremleri varken bir arada bulunun.” (et-Tâc, 2/329). Mânâlarını sunduğumuz hadislerin mü’minler için koyduğu ölçüler şu veya bu şekilde yorumlanamayacak derecede açık ve kesindir. Bundan ötürü, bu konuda âilevî zarûretler, sosyal ve ekonomik sebepler öne sürülerek farklı yorum yapılamaz, İslâm’ın haram kıldığı, helâl görülemez. Bu konuda içinde yaşadığımız câhiliyye hayatının şartlarından söz ederek farklı görüş belirtmek, insanı itikadî açıdan tehlikelere sürükleyebilir.

Birbirleriyle evlenebilecek bir erkekle bir kadının bir arada yalnız kalmalarını (halveti) haram kılan dinimiz, bu yasağını ikinci dereceden akraba fertlerine de teşmil etmiştir. Amca, dayı, kardeş, hala, teyze gibi gibi mahremler bir tarafa (ki bunlarla evlenme yasağı vardır); bu konuya kayınbiraderler ve amca çocukları gibi akraba arasında çok daha fazla önem verilmesi Peygamberimiz’in emridir. Peygamberimiz’in “Yanında mahremi bulunmayan kadınların yanına girerek bir arada yalnız kalmaktan sakının!” şeklinde öğüt vermesi üzerine bir sahâbî şöyle sormuştur: “Yâ Rasûlallah! Kocanın kardeşi (kayın birâder) ve amca oğulları gibi akrabâya ne buyurursunuz? (Onlar da mı bizim kadınlarımızla bir arada yalnız kalamazlar?” Peygamberimiz şu cevabı vermiştir: “Sözü edilen kocanın akrabâsı ile bir arada yalnız kalmak ölümdür (âile ahlâk hayatının çöküşüne sebeptir).” (et-Tâc, II/329)

İslâm kültürü almadığından ötürü dinimizin bu husustaki inceliğini tam olarak kavrayamayanlarımız için ifâde edelim ki, İslâm Dini, yasalarını belirli fertler için koymamıştır. Muhtemel tehlikelere muhakkak nazarıyla bakmış, genel hükümleri koymuştur. Şeytana fırsat verecek yolları tümüyle kapatarak kalpler için en emin yolu göstermiştir. Bu konudaki dinî ölçüleri benimsemeyen akrabâ arasında nice ıstırap verici (ensest ilişki) olayların cereyân ettiği ve etmekte olduğu bir gerçektir.

Birbiriyle evlenebilecek bir erkekle bir bayanın bir arada yalnız kalmaları yasağı, eğitim ve çalışma alanlarını da içine alır. Bu nedenle İslâm Dini, ergenlik çağına ermiş gençlerin karma eğitimini ve kadın-erkek bir arada çalışma düzenini câiz görmez. Çünkü böylesine bir eğitim ve çalışma düzeninde karşılıklı göz zinâsı, bedenî temas ihtimali ve bir arada yalnız kalma (halvet) gibi dinimizin haram kıldığı üç yönlü mahzur vardır. Cinsî bakımdan duyarlı gençleri ve yetişkinleri bir arada eğitmek ve çalıştırmak ekonomik de olsa, bir yarar sağlamaz, nice zararlara sebep olur. Ancak haram arkadaşlık, flört (çıkma) gibi zinâya yaklaştıracak ilişkileri arttırır. Hayâ duygularını zaafa uğratır. Aile yaşantısını olumsuz etkiler. Kadınları erkekleştirerek yaratılış düzenlerini bozar. Bu nedenle hiçbir mü’min, erkek ya da kız çocuğunu karma eğitim yapan okullara vermemelidir.

İslâmî ölçülere göre arzu edilir olan kadının yeterli dinî ilim, genel kültür ve ev ekonomisi gibi bilgilerlerle donanmış bir ev hanımı ve yetiştirici bir anne olmasıdır. Fakat kadının bir-iki istisnâî işler dışında, meşrû işlerde ve meşrû şekilde çalışmasında dinî bir sakınca yoktur. Ancak, özellikle cinsî duyguların faâliyette olduğu yaş dönemleri içinde kadın-erkek bir arada çalışma, mahzurludur. Bu sebeple, hiçbir mü’min erkek ve özellikle kadın, böyle karma bir çalışma düzeni içinde çalışmamalıdır. Mü’min işverenler de, çalışma odalarında beraber kalacakları bayan sekreter cinsinden ya da bayan-erkek karma bir çalışma düzeni kurmamalıdır.

Birbirleriyle nikâhlı olmayan ve mahrem de bulunmayan bir erkekle bir kadının bir arada yalnız kalmalarıyla alâkalı İslâmî yasak, devrimizdeki yaygınlaşmış şekliyle nişanlanmış çiftleri de içine alır. Nişanlı çiftler, dinî yasalarımıza göre, aralarında nikâh akdi yapılıncaya kadar birbirlerine yabancıdırlar. Nişan bağı, halveti, yalnızca bir arada kalmayı meşrûlaştırmaz. Bu itibarla sözlü ve nişanlı çiftler yalnız bir odada kalamazlar, birbirleriyle tokalaşamazlar, birlikte “çıkamazlar”. Böylesine samimi davranışlar ve serbest âdetler, gayr-ı müslimlerden intikal etmiş bâtıl uygulamalardır ve câiz değildir.

Birbirleriyle evlenebilecek erkekle kadının arada nikâh bağı olmaksızın bir arada bulunmalarını yasaklayan dinimiz, bu yasağını ihlâle sebep olacak işleri de haram kılmıştır. Bunun içindir ki, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir kadının, yanında (babası, kardeşi, kocası veya çocuğu gibi) bir mahremi bulunmaksızın bir günlük yolculuğa çıkması helâl, meşrû değildir.” (İbn Mâce, h. no: 2899). Karısının hacca gitmek kararında olduğunu, kendisinin de cihad yapmak için orduya yazıldığını açıklayan bir sahâbîye Peygamberimiz müsâade etmemiş ve şöyle buyurmuştur: “Dön, karınla beraber (hac yap; onu yalnız başına hacca gönderme.)” (İbn Mâce, h. no: 2900; et-Tâc, II/329)

İslâm Dininin bu ve benzeri ölçülerinin gâyesi ahlâkî olduğu içindir ki, mü’min bayanların yanlarında mahremleri bulunsa bile yabancı erkeklere karşı İslâmî ölçülere göre giyinmeleri ve ihtiyatlı davranmaları da görevleridir. İslâm Dini, bayan-erkek beraberliğini yasaklarken pek tabiîdir ki, bu beraberliğin sonucu olabilecek vücut ve el temasını da haram kılmıştır. Genel olarak dokunma duyusunun insanı etkilediği bir gerçek olduğu gibi, cinsî bakımdan uyardığı da bir hakikattir. Bu sebeple oynaşma niteliğinde olsun veya olmasın cinsî münâsebet çağını geçirmemiş olan kadınla erkeğin birbirlerine dokunması da haramdır. Yaşadığımız topraklarda folklor, horon gibi bölgesel oyunlarda ve cinsî bir oyun vasfındaki dansta görülen vücut teması ve kadının cinselliğini öne çıkaran erkeklerin göreceği şekilde eğlence ve oyunları kuşkusuz haramdır. Bu haramları, müslümanlar eşlerine ve çocuklarına çok öğretmeli ve sakındırmalıdır.

Özetle, İslâm, bütün insanları ölçü alarak yasalar ve yasaklar koymuştur. Böylece ahlâkî sakıncaların doğup gelişebileceği ortamların oluşmasına imkân vermemiştir. “Zinâya yaklaşmayın. Zira zinâ açık bir hayâsızlıktır. Pek kötü bir yoldur.” (17/İsrâ, 32) (A. Rıza Demircan, İslâm Nizamı, III/117-128)


Zina Suçunu Önleyici Tedbirler

İslâm, insanları, zinâ suçuna düşmekten kurtarmak için yalnızca cezâya başvurmamıştır. Geniş ölçüde yapıcı, düzeltici ve önleyici tedbirler de almıştır. Cezâyı ancak son çare olarak görmüştür. Gâye, insanlara cezâ vermek değil; onları bu cezâya düşmekten kurtarmaktır. Bu amaçla her şeyden haberdar olan Allah’ın korkusunu yerleştirmekte (bak. 11/Hûd, 103; 14/İbrâhim, 14; 55/Rahmân, 46; 79/Nâziât, 40), yaptıklarından ölümle bile kurtulamayıp âhirette hesap vereceği (bak. 2/Bakara, 284; 17/İsrâ, 32; 24/Nûr, 2-10; 25/Furkan, 68, 69; 33/Ahzâb, 30; 65/Talâk, 1) duygusuyla insanları donatmaktadır. Önce gerçek bir iman, sonra da İlâhî emirlere itaat mecbûriyetini iliklerine varıncaya kadar yerleştirmektedir. Fuhşun, iffetsizliğin Allah’ın sert bir biçimde cezâlandıracağı çirkin ve ağır suçlardan olduğunu tekrar tekrar dile getirmekte ve hatırlatmaktadır (bak. 4/Nisâ, 15-25). İslâm, bununla da yetinmeyerek evlilik için her türlü kolaylığı getirmiştir (bak. 2/Bakara, 221, 230, 235; 4/Nisâ, 1-5; 7/A’râf, 189, 190; 24/Nûr, 3, 32, 33; 30/Rûm, 21; 33/Ahzâb, 37; 60/Mümtehıne, 10-12).

Tek kadınla yetinemeyenler için dört kadına kadar evlenme ruhsatı vermiştir (4/Nisâ, 4). Eğer karı-koca güleryüzle, tatlı dille geçinemiyorlarsa, boşanma için (talâk ve hul’ gibi) gerekli kolaylık ve imkânlar tanımıştır (2/Bakara, 225-228, 241, 242; 4/Nisâ, 19-21; 33/Ahzâb, 39; 65/Talâk, 1, 2, 4-7; 58/Mücâdele, 3, 4). Eşler arasındaki anlaşmazlık durumunda, her iki taraftan âile mensuplarının araya girmesiyle uzlaşma imkânı (4/Nisâ, 35), o da olmazsa boşanıp yeniden evlenme imkânları her zaman için tanınmıştır. Bekâr kalmak hoş karşılanmamış ve bekârların evlendirilmesi, hatta köle ve câriyelerin bile bekâr bırakılmaması için açık hükümler konmuştur (24/Nûr, 32).

Ayrıca, İslâm hukukunda, insanı zinâya götürecek tüm yollar kapatılmıştır. Zinâ cezâsının konmasından bir yıl kadar önce kadınlara örtünmeleri (tesettür) ve evlerinden dışarı çıktıklarında başörtülerini yakalarının üzerine indirmeleri emredilmiştir (33/Ahzâb, 32-33, 59; 24/Nûr, 31). Hz. Peygamber’in her müslüman âile için örnek olan hanımlarına edep ve vakarlarıyla evlerinde kalmaları, güzelliklerini ve süslerini sergilememeleri istenmiştir (33/Ahzâb, 32, 33). Kadınların, konuşurken seslerini yumuşatarak değiştirmelerinin ve açılıp saçılarak dolaşmalarının yasaklanması; kadınlarla tesettüre riâyet edilerek konuşulmasının emredilmesi (33/Ahzâb, 32-33, 53, 59), ayrıca, evlere izinsiz girilmesinin yasaklanması, hem erkeklerin hem de kadınların bakışlarına dikkat etmelerinin emredilmesi, kadınların, güzellik ve süsleri bilinsin diye kırıtarak yürümelerinin bile yasaklanması, zinâ ortamının oluşmasını engellemeye yönelik tedbirler olarak algılanmalıdır.

Bütün bu tedbirlerden sonra zinânın cezâ gerektirici bir suç olduğu ilân edilmiş ve iffetsizliği her ne şekilde olursa olsun yaymak da yasaklanmıştır (4/Nisâ, 15, 25; 17/İsrâ, 32; 24/Nûr, 2-10; 25/Furkan, 68, 69; 33/Ahzâb, 30; 65/Talâk, 1). Yine, delilsiz olarak başkasını suçlama karşılığında cezâlar konmuştur (24/Nûr, 4). Gözlerin haram bakışlar yoluyla zinâya yaklaşmaması, şehevî duygulara ve yasak aşklara kapı açmaması için erkeklere, bakışlarına hâkim olmaları emredilmiş (24/Nûr, 30), aynı şekilde kadınlara da mahrem (kendileriyle evlenmenin yasak olduğu kimseler) olan ve olmayanlar arasında ayrım yapmaları emredilmiştir (24/Nûr, 31).

Bütün bunlar, İslâm hukukunda zinâ için öngörülen cezânın yalnızca bir bütünün küçükcük bir parçası olduğunu göstermektedir. Bu cezâ da kişiyi ve toplumu ıslah için getirilen bütün bu hükümlerden ve önlemlerden sonra, cinsel arzularını doyurmak için gayrı meşrû yollara başvurmakta ısrar eden ve düzelmesi zor kişiler içindir. (7)

Zinâ cezâsı olarak yüz; zinâ iftirâsının cezâsı olarak da seksen değnek vurulmasını emreden Kur’an (24/Nûr, 2, 4), zinâ belâsından insanlığı kurtarmak için yalnızca cezâ kanunlarına güvenmez. Geniş düzeyde yapıcı, düzeltici ve önleyici tedbirler alarak zinâya yaklaşılmasını önler. Cezâya ancak son çare olarak bakar. İslâm, “kişiler zinâ etsin, ben de durmadan cezâ vereyim” heveslisi değildir. İslâm’ın gerçek amacı, bu suçun hiç işlenmemesini ve karşılığındaki ağır cezâya kimsenin mâruz kalmamasını sağlamaktır.

Zinâ cezâsının uygulanabilmesi için fiilin ya bizzat fâiller tarafından itiraf edilmesi, ya da bu gerçekleşmediği takdirde de dört şâhitle ispat edilmesinin şart koşulması (bak. 24/Nûr, 4, 13); dörtten az kimse tarafından görülmesi durumunda ise olayın gizlenmesi gerekirken toplumda yaymanın seksen değnek cezâyı gerektirdiğinin bir hüküm olarak belirtilmesi (bak. 24/Nûr, 4), toplumda zinâ iddiâlarının yaygınlaşmasını engelleyen bir kural olduğu gibi, aynı zamanda özel hayatın mahremiyetini sağlamaya yönelik bir tedbirdir.

İşte kötülüğü düzeltme ve yok etme konusundaki tüm bu önlemlere rağmen, hâlâ İslâm toplumu içinde dört kişi tarafından görülecek şekilde zinâ edebilecek utanmaz bir çif bulunursa, o zaman onlar da bu ağır cezâyı hak etmişler demektir (Mevdûdi, Tefhim, III/422, A.Kalkan,Kavram Tefsiri)

Etiketler:

Malasef Yorumlar Kapalı.