Kategoriler
Tavsiye Siteler
Son Yazılar
Son yorumlar
12 yıl önce tarafından yazıldı, 2.154 kez okundu ve hakkında yoruma kapatıldı.

Temessül Nedir Melekler, Şeytan ve Cinlerin Temessülle ilişkileri

Bismillahirrahmanirrahim

Temessül: yansıma, görünme, bir varlığın kendi vucudunun aslını koruyarak başka bir şekilde ortaya çıkması görünmesi demektir. Baştan söyleyelim ki temessül, Tenasuh değildir tenasuh bilindiği üzere Hindulardan çıkmış bir inanıştır ki ölen insanların ruhunun bir hayvan ya da bir insan bedenine girmesi inancını dile getirir. Türkçe’de ruh göçü denilir. Batı dillerinde bunun karşılığı, “Reincarnation ve Tranmigratıon” dur. Tenasuhe inananlara da “Tenasuhiyye” denilir. Hulul prensibine dayanan bir inanıştır ki batıldır küfürdür. Bu iki kavramı bir birinden ayırma babında İmamı Rabbani (k.s) buyur ki: Tenâsüh, îmânı giderir, Tenâsüh vardır diyen, İslâm dînine inanmamış olur. Yâni müslümanlıktan çıkar. Rûhların, cisim şekil alarak iş görmelerini, bâzı kimseler tenâsüh sanmıştır. Hâşâ ve kellâ (aslâ), hiç tenâsüh değildir. Yâni ruhlar, başka bir bedene girmemiştir. Bu hâl, birçok câhillerin ayaklarının kaymasına sebeb olmuştur. (İmâm-ı Rabbânî)

Evet Temessül konusu hassas ve alemi misali de içerdiğinden karışık gibi gözüken bir konudur. Rüya ve keşiflerin çoğunluğu alemi misalle bağlantılı olduğundan temessülün sahası orayı da ilgilendirir. Harikulade bir temessül kulun uyanıkken de görmesidir ki temessülün varlığına ve mahiyetine de dalalet eden ve bunu kullanan (Melek, Cin, Şeytan) varlıkların var olduğunu da, ayet ve hadislerle izaha çalışacağız inşallah. Tevfik Allahtandır.

Meleklerin husus en Cebrail’in (a.s) Temessülüne örnekler kuranda ve hadislerde vardır buna dalalet eden ayetlerin bazıları şunlardır:

Hz. Meryeme Ruhun insan suretinde gelip Hz. İsa’nın (a.s) müjdesiyle ve meryemin ona hamile kalışıyla ilgili ayet:

Fettehazet min dunihim hicaben fe erselna ileyha ruhana fe temessele leha beşaren seviyya. Kalet inni euzu bir rahmani minke in kunte tekiyya. Kale innema ene rasulu rabbiki li ehebe leki ğulamen zekiyya. Kalet enna yekunu li ğulamuv ve lem yemsesni beşeruv ve lem eku beğiyya. Kale kezalik, kale rabbuki huve aleyye heyyin, ve li nec’alehu ayetel linnasi ve rahmetem minna ve kane emram makdiyya.

(kendini onlardan uzak tutmak için) onlarla arasında bir perde germişti. Biz, ona Ruhu (Cebrail) göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü. Meryem, “Senden, Rahmân’a sığınırım. Eğer Allah’tan çekinen biri isen (bana kötülük etme)” dedi. Cebrail, “Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim” dedi. Meryem, “Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi. Cebrail, “Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir” dedi ( Meryem 17-21)

İbrahim (a.s) ve Lut’a (a.s) insan kılığında gelen melekleri haber eden ayetler:

Hel etake hadisu dayfi ibrahimel mukramîn. İz dehalu aleyhi fe kalu selama, kale selamun kavmum munkerûn Ferağa ila ehlihi fe cae bi iclin semîn. Fe karrabehu ileyhim, kale ela te’kulûn Fe evcese minhum hiyfeh, kalu la tehaf, ve beşşeruhu bi ğulamin alîm. Fe akbeletimraetuhu fi sarratin fe sakket vecheha ve kalet acuzun akîm. Kalu kezaliki kale rabbuk, innehu huvel hakimul alîm.

İbrahim’ in ikram gören konuklarının haberi sana geldi mi? Bir zaman onun yanına girmişler ‘Selam’ demişlerdi. ‘Selam, siz tanınmış, bir topluluksunuz’ dedi (ve konuklarına yemek hazırlamak için) gizlice ailesinin yanına gitti, semiz bir buzağı getirdi. Onu önlerine yaklaştırdı, ‘Yemez misiniz?’ dedi: (Yemediklerini görünce) onlardan içine bir korku düştü. ‘Korkma’ dediler ve ona ‘Bilge’ bir oğlu olacağını müjdelediler. Karısı (Sâre), çığlık içinde geldi. (Hayretten elini), yüzüne vurarak: ‘(Ben) kısır kocakarı (yım, benden nasıl çocuk olur?) dedi. Dediler ki: ‘Rabbin böyle dedi. O hüküm ve hikmet sahibi Alim’dir.’ (Zariyat 24-3O)

Ve le kad caet rusuluna ibrahime bil buşra kalu selama, kale selamun fe ma lebise en cae bi iclin hanîz. Felemma raa eydiyehum la tesilu ileyhi nekirahum ve evcese minhum hiyfeh, kalu la tehaf inna ursilna ila kavmi lût. Vemraetuhu kaimetun fe dahiket fe beşşernaha bi ishaka ve miv verai ishaka ya’kûb Kalet ya veyleta e elidu ve ene acuzuv ve haza ba’li şeyha, inne haza le şey’un acîb. Kalu e ta’cebine min emrillahi rahmetullahi ve berakatuhu aleykum ehlel beyt, innehu hamidum mecîd. Femma zehebe an ibrahimer rav’u ve caethul buşra yucadiluna fi kavmi lût. İnne ibrahime le halimun evvahum munîb. Ya ibrahimu a’rid an haza innehu kad cae emru rabbik, ve innehum atihum azabun ğayru merdûd. Ve lemma caet rusuluna lutan sie bihim ve daka bihim zer’av ve kale haza yevmun asîb. Ve caehu kavmuhu yuhraune ileyhi ve min kablu kanu ya’melunes seyyiat, kale ya kavmi haulai benati hunne atheru lekum fettekullahe ve la tuhzuni fi dayfi, e leyse minkum raculur raşîd.

‘Elçilerimiz İbrahim’e müjde getirdikleri zaman ‘Selam’ dediler. O da ‘Selam’ dedi; çok durmadan, hemen kızarmış bir buzağı getirdi. Ellerinin buzağıya uzanmadığını görünce durumlarını beğenmedi ve onlardan ötürü içine bir korku düştü. ‘Korkma, dediler, biz Lût kavmine gönderildik.Ayakta durmakta olan karısı güldü. Biz de ona İshak’ı müjdeledik. İshak’ın ardından da (torun) Yakub’u. (İbrahim’in karısı); ‘Vay, dedi, ben bir kocakarı, bu koca da bir pîr iken doğuracak mıyım? Bu, cidden şaşılacak birşey: (Elçi melekler) dediler ki: ‘Allah’ın işine mi şaşıyorsunuz? Allah’ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizde ey ev halkı! O, övülmeye layıktır. İyiliği boldur. ‘İbrahim’den korku gidip kendisine sevinç gelince, Lût kavmi hakkında bizimle mücadele etmeğe başladı. (Elçilerimize onlardan azabı kaldırmalarını veya hafifletmelerini rica ediyordu.) Çünkü İbrahim, gerçekten halimdir, içlidir, Allah’a dönüp yalvarandır. (Melekler): ‘Ey İbrahim, dediler, bundan vazgeç. (Boşuna uğraşma) Zira Rabbinin emri gelmiştir. Mutlaka onlara, geri çevrilmez azab gelecektir. Elçilerimiz Lût’a gelince onların yüzünden üzüldü, göğsü daraldı ve “Bu çok zor bir gün” dedi. Kavmi, (konuklarıyla çirkin ilişkide bulunmak üzere) ona doğru koşa koşa geldiler. Zaten onlar önceden de bu tür çirkin işleri yapıyorlardı. Lût, dedi ki: “Ey Kavmim! İşte kızlarım. Onlar(la nikâhlanmanız) sizin için daha temizdir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve konuklarıma karşı beni rezil etmeyin. İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?” (Hud 69-78)

Meleklerle alakalı Temessüle örnek hadisler:

Sad bin Ebi Vakkas (r.a) anlatıyor:

Uhud günü Rasulullahın (s.a.v) sağında ve solunda beyaz elbiseli iki kişi gördüm onun önünde ona yardımcı olarak çok şiddetli savaşıyorlardı. Bunları ne daha önce ne daha sonra gördüm (bu sözüyle Cebrail ve Mikaili kast etmiştir) (Buhari libas 24-Müslim fezail 47)

Hz. Ömer (ra) şunları anlatıyor: ‘Allah Rasulü’nün huzurunda oturuyorduk. Beyaz elbiseler içinde tanımadığımız bir yabancı geldi. Üzerinde yolculuk alâmeti de yoktu. Efendimiz’den izin istedi. ‘Yaklaşabilir miyim Ya Rasulallah?’ dedi. Ve bu ifadesini üç defa tekrar etti. Her izin alışta Allah Rasulü’ne biraz daha yaklaşıyordu. Sonra ellerini dizlerine koydu ve Efendimiz’e soru sormaya başladı:

– İman nedir?

Allah Rasulü cevap verdi: ‘İman, senin Allah’a, meleklere, kitaplarına, peygamberlerine, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine ve ahiret gününe inanmandır.’

-İslam nedir?
-Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet getirmen, namaz kılman, oruç tutman, zekat vermen ve hacca gitmen..
-İhsan nedir?
-Senin Allah’ı görüyor gibi kulluk etmen. Sen O’nu görmesen de O, seni görmektedir.

Allah Rasulü’nün verdiği her cevaptan sonra yabancı ‘Sadakte’ diyor ve Allah Rasulü’nü tasdik ediyordu. Biz ise olanları hayret içinde seyrediyorduk. Ve içimizden, ‘hem soruyor hem de tasdik ediyor’, diye geçiriyorduk. Son olarak da kıyamet ile ilgili bir soru sordu:

Kıyamet ne zaman kopacak? dedi. Efendimiz bu soruya: ‘Şu anda kendisine soru sorulan, sorandan fazla bir şey bilmiyor’ cevabını verdi. Ardından da kıyamete ait bazı alametleri saydı.

Adam bunu da dinledikten sonra kalktı ve gitti. Birkaç kişi arkasından çıkıp baktı, fakat yolcu ortada görünmüyordu..

Allah Rasulü bize, bu gelenin kim olduğunu bilip bilmediğimizi sordu. ‘Allah ve Rasulü bilir’ diye cevap verdik. Ve şöyle buyurdu: ‘O Cibril’di. Size dininizi öğretmek için geldi.’ (Buhari, İman 37, 34)

Useyd bin Hudeyr (ra) anlatıyor: Vakit geceydi. Kur’an okuyordum. Atım kişnemeye başladı. Öyle ki, yakınında uyumakta olan oğlum Yahya’ya zarar verecek diye korktum ve sustum. Ben susunca atın kişnemesi durdu. Ben tekrar Kur’an okumaya başladım, at da kişnemeye başladı.. ben susunca da durdu ve bu durum birkaç kere tekrar etti.. Kur’an okumayı bıraktım.. zira at Yahya’ya zarar verecekti.. tam bu esnada başım yukarıya doğru çevrildi.. bulutsu bir ışık kümesinin yukarıya doğru çıktığını gördüm. Çıktı çıktı ve gözden kayboldu.. sabah gelip gördüklerimi ve başımdan geçen hadiseyi Allah Rasulü’ne anlattım. ‘Kur’an okumaya devam etseydin, onlar da orada bekler ve seni dinlerlerdi’ buyurdu.(Buhari, Fezailü’l-Kur’an 15; Müslim, Müsafirin 242; Müsned, 3/81)

Hendek muharebesinde İslam ordusu, düşmanlar tarafından çepeçevre kuşatılmıştır. Önde Kureyş müşrikleri arkada ise her an kötülük yapmaları muhtemel çeşitli Yahudi kabileleri.. savaş bütün şiddetiyle devam ediyor. Bir ara Allah Rasulü: ‘İçinizde, Ebu Süfyan tarafına geçip onların durumundan bize haber getirecek birisi yok mu’ buyurdu. Fakat şahıs açıkça belirlenmediği için Allah Rasulü’nün teklifine kimse cevap vermedi. Belki de hiç kimsenin yerinden kalkacak dermanı yoktu. Bunun üzerine Efendimiz Huzeyfe’ye (ra) ismiyle seslendi: ‘Kalk, git. Ebu Süfyan ve ordusu hakkında bize haber getir’ dedi. Ardından da ‘Sakın gidip gelirken herhangi bir hadiseye sebebiyet verme ve onlara görünme’ diye tembihte bulundu. ‘Ben hemen yerimden fırlayıp kalktım. Sanki o yorgun-argın insan ben değilmişim gibiydi.. öyle zindelenmiş, öyle canlanmıştım. Yola koyulduğumda hava gül gülistandı. Adeta güneş başımı yakıyordu. Halbuki karşı tarafa geçtiğimde bir de ne göreyim, ortalık kızıl kıyamet. Fırtına her şeyi önüne almış sürüklüyor.. kazanlar devriliyor, çadırlar uçuşuyor, insanlar oraya-buraya koşuşuyor.. bu arada Ebu Süfyan’ın sesini duydum, ordusuna şöyle bağırıyordu: ‘Muhkem bir yerde değilsiniz. Göçe hazırlanın. Ben göç ediyorum.’

Bir ara Ebu Süfyan’ı karşımda buldum. Sırtı bana dönüktü. O anda içimden Allah Rasulü’nün bu amansız düşmanını öldürmek geçti… Tam elimi sadağıma atmış idim ki, Efendimiz’in ‘Sakın bir hadiseye sebebiyet verme’ sözü aklıma geldi ve niyetimden vaçgeçtim..

İş anlaşılmıştı. Kureyş, büyük bir bozgun içinde ric’ata hazırlanıyordu. Bu durumu Allah Rasulü’ne müjdelemek için hemen geriye döndüm. Yolda, atlarını belli bir istikamete doğru mahmuzlamış giden sarıklı süvariler gördüm. Hiçbirini de tanımıyordum. Bana ‘Sahibine selam söyle, müşriklerin haklarından geldik’ dediler ve yanımdan geçip gittiler.

Allah Rasulü merakla beni bekliyordu. Durumu olduğu gibi aktardım. Beni bir battaniyeye sarıp ısıttılar. Zira soğuk iliklerime işlemişti. Halbuki bu tarafta hava yine gül-gülistandı. İki Cihan Serveri getirdiğim habere çok sevindi. Hemen iki rekat şükür namazı kıldı. Melekler kafirlerin altını üstüne getirmiş ve onları perişan etmişlerdi… Benimle selam gönderen süvariler de onlardı..’ (İbni Kesir, el-Bidaye 4/130-131-132- İbni Hişam, Sîre 3/242,243)

Hz. Aişe Validemiz anlatıyor: Hendek muharebesinden dönülmüştü. O esnada ben hücremde bulunuyordum. Dışarıda bir ses duydum. Allah Rasulü tam kapının önünde birisiyle konuşuyor ve eliyle karşısındaki şahsın üzerindeki tozu-toprağı siliyordu. Muhatabı, Allah Rasulü’ne: ‘Ya Rasulallah silahınızı bıraktınız mı? Ama biz melekler topluluğu henüz silahlarımızı bırakmadık. Allah (cc) Sana, Kurayzaoğulları üzerine yürümeni emir buyuruyor’ dedi. Allah Rasulü içeriye girince sordum: ‘Ya Rasûlallah kiminle konuşuyordun?’ ‘Cibril’le’ buyurdu. ‘Rabbimin emrini tebliğe gelmişti..’ (Buhari, Meğâzi 30; İbni Kesir, el-Bidaye, 3/134)

Sahabi öbek öbek Beni Kurayza’ya doğru giderken, yağız bir delikanlı görürler. O da atını mahmuzlamış ve Beni Kurayza’ya doğru gitmektedir. Başında beyaz bir sarık vardır. Görenler onu ilk önce Dıhye’ye (ra) benzetmiştir. Durumu Allah Rasulü’ne söylerler.

Şöyle cevap verir: ‘O Cibril’di.. bizden önce gidip Beni Kurayza’nın kalbine korku ve panik saldı.. onların maneviyatlarını sarstı, ümitlerini bitirip tüketti…’ (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 4/120)

Şeytan ve Cinlerin Temessülüne Örnek ayetler:

Ve iz yemkuru bikellezine keferu li yusbituke ev yaktuluke ev yuhricuk ve yemkurune ve yemkurullah, vallahu hayrul makirîn.

Hani kâfirler seni tutuklamak veya öldürmek, ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. Enfal 30)

Bu âyeti kerimenin nüzul sebebi, tefsirlerde şöylece beyan olunmaktadır: Ensar denilen Medine’i Münevvere ahalisi Islâmiyeti kabul edince Mekke’i Mükerreme’deki Kureyş müşrikleri telâşa düştüler, Ebül Bühteri Hişam Ibni Amr, Ebu Cehil, Tuayme Bini Adiy gibi reisleri Darun Nedve’de toplandılar, Rasülü Ekrem hakkında ne yolda muamele yapacaklarına dair istişareye başladılar. İblis de Necit ahalisinden ihtiyar bir şahıs imiş gibibir şekle girerek o topluluğa katılmıştı. Ebül Buhter! demişti ki: Benim görüşüm şöyledir: “Muhammedi -Aleyhisselâm- bir hanede hapsetmeli, penceresinden yiyip içeceğini vermeli; orada ölünceye kadar beklemeliyiz. Necidli ihtiyar, derhal itiraza başladı: Eğer siz onu öyle bir hanede hapsederseniz elbette onun kavmi gelir, sizinle savaşta bulunur, onu ellerinizden kurtarırlar. Bu sözü tasdik ettiler. Hişam’da demişti ki: Benim görüşüme göre onu bir deveye bindirip kendi aranızdan çıkarınız, artık onun yapacağı size zarar vermez, siz de istirahat etmiş olursunuz. Necidli ihtiyar yine itiraz etti, bu ne kötü görüş!. O kimse ki, sizin beyinsizlerinizi- bozdu, böyle dışarı çıkarılınca da sizden başkalarını bozar, onun konuşmasındaki tatlılığı, limanındaki güzelliği, kalpleri büyüleyen sözlerini görmüyor musunuz?. Vallahi onu öyle serbest bırakırsanız, gider birçok kimseleri kedisine tâbi kılar, sonra gelir sizi yurdunuzdan çıkarır atar. Evet… Doğru söylüyorsun diye o lânetli iblisi tasdik ettiler. Sonra lânetli Ebu Cehil dedi ki, benim görşüüm şudur: Kureyş’in       her kabilesinden birer genç alırsınız, ellerine birer keskin kılınç verirsiniz, hepsi birden hücum edip Muhammedi -Aleyhisselâm- öldürürler, onun kanı kabilleer arasına dağılımı olur. Artık Hasim oğulları, Kureyş ile savaşa kaadir olamaz. Diyet isterlerse onu verir rahat ederiz. Melun Necidli ihtiyar, Ebu Cehlin bu görşünü doğru gördü, iste bu gencin == Ebu Cehlin reyi en muvafıktır, demişti. Darun Nedve’de toplanmış olanlar buna karar verdiler. Böyle üç görü; şeklinde bir tuzak ve hilede bulunmak istemişlerdi. İşte Cenâb-ı Hak bunların bu tuzağını ibtâl buyurdu. Bu hadiseyi Cibrili Emin gelip Rasülullah’a haber verdi, Medine’den çıkıp Mekke’ye hicret buyurmasını tebliğ etti. Rasülü Ekrem de bir gece yatağına Hz. Ali’yi yatırarak Hz. Ebu Bekir ile beraber Mekke’den çıktılar. (Ö.N.Bilmen Tefsiri)

Ve iz zeyyene lehumuş şeytanu a’malehum ve kale la ğalibe lekumul yevme minen nasi ve inni carul lekum felemma teraetil fietani nekesa ala akibeyhi ve kale inni berium minkum inni era ma la teravne inni ehafullah, vallahu şedidul ikâb.

Hani şeytan onlara yaptıklarını süslemiş ve, “Bu gün artık insanlardan size galip gelecek (kimse) yok, mutlaka ben de size yardımcıyım.” demişti. Fakat iki taraf (savaş alanında) yüz yüze gelince (şeytan), gerisingeriye dönüp, “Ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğiniz şeyler (melekler) görüyorum. Ben Allah’tan korkarım. Allah, cezası çetin olandır” demişti.  (Enfal 48)

Ve ey müminler!. Allah Teâlâ’nın size olan nimetlerini hatırlayınız. (O vakit ki, şeytan) yani lânetli İblis, Benî Kinane kabilesi eşrafından ve şairlerinden olan “Sürâka Bini Mâlik” adındaki şahsın şekline bürünerek (onlara) o müslümanlar ile savaşta bulunmak isteyen Mekke müşriklerine, onların kötü olan (amellerini bezemiş). O müşrikleri müslümanlar ile savaşta bulunmak için teşvik ve cesaratlendirmede bulunmuştu. (Ve) o lânetli şeytan, o müşrikleri gurura düşürmek için onlara (demişti ki: Bugün insanlardan size galip olacak yoktur.) Siz pek kuvvetli bulunuyorsunuz. (Ve ben de şüphe yok ki, sizi koruyucuyum) bende size yardımcıyım. Sizi aranızda düşmanlık bulunan Benî Kinane kabilesinden de korurum. Çünki ben onların reisi bulunmaktayım. İşte şeytan o müşrikleri böyle kandırıp harbe teşvik etmiş bulunuyordu. (Vaktaki iki ordu) müslümanlar ile müşrikler (karşı karşıya görünmeğe) birbirine karşı cephe almaya (başladı) müslümanlara meleklerin imdada geldiğini lânetli iblis görüverdi, hemen korkarak (arkasına donuverdi) müşriklerin artık zafer kazanamayacaklarını anladı, kaçmaya yüz tuttu (ve dedi ki: Şüphesiz ki, ben sizden uzağım) ben artık sizinle teşriki mesai edemem, ‘(ben muhakkak ki, sizin görmediğinizi gördüm.) İslâm ordusuna nasıl bir kuvvetin katıldığını gördüm. (Şüphe yok ki, ben Allah’tan korkarım) müşrikler ile beraber benim başıma da bir belânın bir ilâhî kahrın geleceğinden korkarım. (Allah’ın azabı ise pek şiddetlidir.) ona muhalefet edip küfre düşenler, elbette ki, pek şiddetli bir azaba uğrayacaklardır. Artık kimdir ki, bu ilâhî azabı düşünüp korkusundan titremesin?.(Ö.N.Bilmen Tefsiri)

Ve li suleymaner riha ğuduvvuha şehruv ve ravahuha şehr, ve eselna lehu aynel kitr, ve minel cinni mey ya’melu beyne yedeyhi bi izni rabbih, ve mey yeziğ minhum an emrina nuzikhu min azabis seîr. Ya’melune lehu ma yeşau mim meharibe ve temasile ve cifanin kel cevabi ve kudurir rasiyat, i’melu ale davude şukra, ve kalilum min ibadiyeş şekûr.

Süleyman’ın emrine de, sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgârı verdik. Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi akıttık. Cinlerden de Rabbinin izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden çıkarsa, ona alevli ateş azabını tattırırız. Cinler, Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı. Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır.  (Sebe 12-13) ayrıca Neml 39 suresinde geçen Belkızın tahtının gelmesiyle ilgili ayetler.

Şeytan ve Cinlerin Temessülüne Örnek Hadisler:

Ebû Eyyûb el Ensarî (r.a.)’den rivâyete göre: “Ebû Eyyûb’un bir hurma deposu vardı. Cin veya şeytan türü birileri gelir ve o depodan hurma alırdı. Ebû Eyyûb durumu Peygamber (s.a.v.)’e şikayet etti. Rasûlullah (s.a.v.)’de şöyle buyurdu: “Git onu tekrar gördüğünde: “Bismillah peygambere icabet et” de buyurdu. Sonra Ebû Eyyûb onu yakaladı bir daha gelmeyeceğine söz verince bıraktı. Sonra Peygamber (s.a.v.)’e geldi. Rasûlullah (s.a.v.): “Esirin ne yaptı” diye sordu. Ebû Eyyûb: Bir daha dönmeyeceğine yemin etti dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “Yalan söyledi, O yalan söylemeye alışıktır” dedi. Ebû Eyyûb o kişiyi bir daha yakaladı tekrar gelmeyeceğine yemin edince onu tekrar serbest bıraktı. Rasûlullah (s.a.v.)’e gelince; “Esirin ne yaptı” diye sordu. Ebû Eyyûb: Bir daha dönmemeye ikinci defa yemin etti, dedi. Rasûlullah (s.a.v.): “Yalan söyledi O yalan söylemeye alışıktır” buyurdu. Üçüncü sefer yakalayınca; bu sefer seni Rasûlullah (s.a.v.)’e götürmeden bırakmayacağım dedi. Bunun üzerine o kimse dedi ki: Sana bir şey öğreteceğim “Ayet-el Kürsî”yi evinde bunu oku ne şeytan ne de bir başkası sana yaklaşamaz. Ebû Eyyûb Peygamber (s.a.v.)’e geldi. Rasûlullah (s.a.v.): “Esirin ne yaptı” diye sordu. Ebû Eyyûb olup biteni haber verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “O doğru söylemiş, fakat aslında kendisi yalancıdır” buyurdu. (Müsned: 22488-Tirmizi 2880) Bu konuda Übey b. Ka’b’tan da hadis rivâyet edilmiştir.

Ebu Hüreyre r.a. anlatıyor:

Rasulullah s.a.v. beni, Ramazan sadakasını (fıtır sadakası hurmalarını) korumaya vekil etmişti. Bir ara birisi gelerek hurmalardan avuçlamaya başladı. Hemen onu yakaladım. “Vallahi seni Rasulullah’a götüreceğim!” dedim. Hırsız: “Ben muhtacım, çoluk çocuğum var, şiddetli ihtiyaç içindeyim.” dedi. Ben de onu salıverdim.

Sabah oldu. Peygamber s.a.v.: “Ebu Hüreyre, dün akşam yakaladığın esirin ne yaptı?” dedi. Ben de: “Ya Rasulallah, çok muhtaç ve çoluk-çocuk sahibi olduğundan sızlandı, ben de acıdım ve salıverdim.” dedim. Rasulullah ise: “O sana yalan söylemiş. Ayrıca tekrar gelecek.” dedi. Rasulullah’ın bu sözü üzerine o adamı beklemeye başladım.

Tekrar geldi, yiyeceği avuçlamaya başladı. Onu hemen yakaladım ve: “Seni Rasulullah’a götüreceğim!” dedim. O yine “Beni bırak, çünkü ben muhtacım, çoluk-çocuğum var. Bir daha da gelmem.” dedi. Ben yine acıdım ve salıverdim.

Sabah olduğunda Rasulullah bana: “Ey Ebu Hüreyre! Esirin ne yaptı?” dedi. Ben de: “Ya Rasulallah! Şiddetli ihtiyaçtan, çoluk-çocuktan şikayette bulundu da kendisine acıyıp salıverdim.” dedim. Allah Rasulü buyurdu ki: “O sana yalan söyledi. Tekrar gelecek.” Onu üçüncü defa bekledim. Yine geldi ve hurmadan avuçlamaya başladı. Tekrar yakaladım ve: “Seni bu kez Rasulullah’a götüreceğim. Dönmem diyorsun dönüyorsun. Artık bu son!” dedim. O dedi ki: “Beni bırak da sana bazı sözler öğreteyim. Allah onlarla seni faydalandırır.” Ben de: “Neymiş onlar?” dedim. “Yatağına girdiğinde Ayetü’l-Kürsî’yi sonuna kadar oku. Muhakkak Allah tarafından senin bir koruyucun bulunur ve sana sabaha kadar hiçbir şeytan yaklaşamaz.” dedi. Ben de onu salıverdim.

Sabah olunca Rasulullah yine bana: “Dün gece esirin ne yaptı?” diye sordu. Ben ise: “Ya Rasulallah! O bana Allah’ın beni faydalandıracağı bir takım sözleri bildireceğini söyledi (ve öyle yaptı). Ben de kendisini salıverdim.” dedim. Bunun üzerine Rasulullah s.a.v.: “O çok yalancı olduğu halde nihayet doğru söylemiş. Ey Ebu Hüreyre, üç gecedir kimle konuştuğunu biliyor musun? İşte o bir şeytandır (cindir).” dedi.(Sahîhu’l-Buharî, Kitâbü’l-vekâle, Hd. 2311.)

Cinler, insan suretinde temessül ettikleri gibi, diğer canlılar şeklinde de temessül etme kabiliyetine sahiptirler. Efendimiz’in (sav), değişik hadislerinde evlerde görülen yılanlara evvela: ‘Cin isen çık’ denilmesini tavsiye etmesi Medine de iman eden cinlerin olduğunu söylemesi ve eğer çıkmazsa bunun üzerine öldürülmelerini emir buyurmaları,  bu gerçeğe ışık tutan başka hadislerdir. Hadisler için Bknz. (Müslim, Selam, 139; Muvatta, İ’tisam, 33; Ebu Davud, Edeb, 174; Tirmizi, Ahkam, 2)

Bu tür vakalar, Muaz b. Cebel, Ubeyy b. Kâ’b, Ebu Hureyre, Ebu Eyyub el-Ensârî.. gibi seçkin sahabi efendilerimiz tarafından da zaman zaman müşahede edilmiştir. Bu da cin veya şeytanların temessülünün tevatüre yakın bir keyfiyetle nakledilmesi demektir ki, o da bu hususu şüphe vermeyecek derecede gözler önüne sermektedir. Ayrıca Şeytanın hileleri adlı eserinde İbni Arabi hazretleri İbni Abbas ve Muaz bin Cebelden (r.a) şeytanın cemaat halinde Efendimizle (s.a.v) sahabelerin oturdukları bir sırada şeytanın geldiği ve bazı bilgileri verdiği uzunca hadiste meşhurdur.

Bu temessül ve yansımanın asliyetinin ve vasıflarının aksetmesi  bakımından mertebeleri vardır. Risale-i Nur’da temessülün çok mertebelerinden üç tanesi beyan edilmiş.

Birincisi: Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler hem gayrdır, ayn değil; hem mevattır, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden başka hiçbir hâsiyete mâlik değil. Mesela, ayineler mahzenine giren Said, ayineler vasıtası ile binler Said oluyor, ama hakiki ve hayatlı olan Said birdir, diğerleri ise meyyit ve suretten ibarettir.”

“İkincisi maddi nuranilerin aksidir. Burada akis ne ayn ne de gayrdır diye ifade ediliyor. Yani aksettiği mahalde, akseden yarı nurani madde mahiyet ve vasıflarının büyük bir kısmını ve çok hasiyetlerini intikal ettirip, irsiyet ediyor ama birebir tam tutmuyor, ayniyete geçmiyor.”

“Mesela, Allah’ın Nur ismine mazhar olan Güneşin parlak ve şeffaf olan şeylerdeki tecelli ve temessülü gibi… Güneş, azameti ve kibriyası ile beraber her şeye ziyası ve ziyasındaki yedi rengi ile aks edip tecelli ettiği vechi ile vahdaniyetini gösterir. O vahidiyet içinde yine ehadiyeti ile cüzi ve küçük bir cam parçası ya da su damlasında da aynı hasiyet ve aks ile tecellisini izhar ediyor. Ziyasındaki yedi rengi, yedi sıfatı olsa idi, yedi sıfatı yani görmek, işitmek, irade gibi sıfatlarla bütün ihatasında olan mevcudat ile bir nevi münasebet ve tecelli ile her şeyin yanında hazır ve nazır olacaktı. Yarı nurani olmasından, ekser sıfatları tecelli ettiği mahalde de ayniyet ile tutacaktı. Bu yüzden güneş tek ve yekta olmasına rağmen her yerde nuraniyet sırrı ile hazır ve nazır olur, bir işi diğer işine mani olmaz. Kesiflerdeki mekan ve zaman kaydı nuranilerde kaybolur ve asla bir sınırlama ve kayıt olmaz.”

Üçüncüsü: Nuranî ruhların aksidir. Şu akis hem hayydır, hem ayndır. Fakat aynaların kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefsü’l-emriyesini tamamen tutmuyor.”

“Meselâ, Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm, Dıhye suretinde Huzur-u Nebevî (asv)’de bulunduğu bir anda, huzur-u İlâhîde, haşmetli kanatlarıyla Arş-ı Âzamın önünde secdeye gider, hem o anda hesapsız yerlerde bulunur, evâmir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş bir işe mâni olmazdı.”(sözler 16 ncı söz)

Buraya kadar verdiğimiz bilgilerden çıkan netice:

1-     Anlaşılıyor ki Melekler, Şeytan ve cinler temessülü kullanabilirler. Temessülde bir varlık Tenasuhta olduğu gibi başka bir varlığın içine girmez ruhun intikali hulul etmesi söz konusu değildir. Yukarda ki örneklerden net bir şekilde anlaşılacağı üzere mesela Cebrailin (a.s) insan şeklinde suretinde gözükmesi söz konusu meleklikten çıkıpta insan olmuyor.

2- Evliyaullahın Kerametine delildir nitekim Eyyüb Ensari (r.a) ve Ebu Hureyre (r.a) hadislerin de gelen cin ve şeytanı yakaladıkları anlatılır.Yine Bazı Alimlerin cinlere hükmede bileceği de anlaşılıyor. Aynı şekilde cinlerinde insan şeklinde gözüktüklerine delildir. Ayrıca her ne kadar veliler Cinleri görür görmez bilseler de evliyadan sudur eden kerametin bazen o evliya tarafından bilinmemesi de mümkündür hadiste buna da işaret vardır   Ey Ebu Hüreyre, üç gecedir kimle konuştuğunu biliyor musun? İşte o bir şeytandır (cindir).” İfadesinden anlaşılıyor. Birde havas erbabınca cinlerin yakalanması cinli rahatsızlıklarda bunlar tarafından cinlere müdahale edileceği anlaşılıyor nitekim bu erbabınca bilinen bir şey. Yalnız bir hususun altını çizmek gerekir ki önemine binaen bazı görüm yetenekleri olanlara veya bunlar tarafından hasta edilmiş kişilere cinler alim ve evliya kılığında gözüke bilirler hem şahsın güvenini kazanmak hem de onları kandırmak amaçlı, ama gözüktüklerinde tek insana benzetemedikleri  bir nokta burun bölgesidir. işte ben falanca alimle manen görüşüyorum diyenlere bir sır eğer gelen şahısın burun bölgesi insanın ki gibi değilse bilinki bu gelen şeytandır çünkü Allah azze ve celle şeytana insana benzeme ruhsatında bu temessülün de insanın sadece bu natık bölgesini benzetmesine izin vermemiştir işte ehli keşif bu inceliği bilir ve gelenin ne olduğunu hemen anlar okuma yapmasına gerek bile kalmaz. Okuma yapıldığında da zaten şeytan veya cinler ise duramazlar. Birde çoğu zaman Alimlerin kılığında geldiğinde şeytan bu noktayı insana benzetemediğinden tabiri caizse bazende bir hayvan özelliklede horoz gagasına benzetir uzaktan bakıldığında normal burun gibi durur ama dikkatli bakıldığında orasının gagaya benzediği anlaşılır. ve son bir sır bu nokta o varlığın zayıf noktalarından birisidir. Bu benzetememenin sebep ve hikmeti büyüktür ve kalbe gelen ilahi feyzin nazar (Feraset) ile yayılmasından da kaynaklanır. Nitekim bir veli veya keşif erbabından cinler kaçamaz onların bakışları nasıl ki akşam vakti bir tavşana fener tutarsın ışıktan dolayı donup kalır kaçamaz buda bunun gibidir o cin mıhlanıp kalır. Bu husus zaten bu vasıftaki insanlar için geçerlidir avam elbette onları yakalayamaz çünkü onlar hem kendi boyutlarında insandan hızlıdırlar hem de avamın tedavide okuma yapacağı onlara zarar vereceği vs. önceden bildiklerinden oradan ayrılırlar. (Tabi bu sihir ve büyüden anlamayan cinler için geçerli sihiri bilen bir cin siz okuma yaptığınızda onu etkisiz etmek için ya oda okuma yapıyordur ya da sizin okuduğunuzu Süryani veya İbrani lehçelerle size okuyarak etkisiz kılıyordur. Bu şekilde sizinle dalga geçer ve size baskın gelmeye çalışır.) Ama velinin bakışı onların kendi boyutlarında ki hızlarını durdurur. burun bölgesini benzetememeleri Alimlerin evliyaların kılığında gelince geçerlidir yoksa bazen hastalara kendi akrabalarının kılığında gözüktüklerin de o bölgeyi benzetirler bunun hikmeti nefsi anlamda belli bir kıvama olgunluğa ulaşmadıklarından dır akrabaların. Hastayı akrabalarıyla düşman etmek sevdikleriyle aralarını aşmak için yaparlar bunu. Birde bazen görüm yetileri olanların bazı alim ve evliyaları gördüm zannetmeleri şeytanilerin ve cinlerin  oyununun haricinde birde alemi manadaki suretlerini görerek tezahür eder ki böyle bir durumda bu evliyanın aslı olup olmadığı manen müdahale edilerekte anlaşılabilir gerçek bir evliya ruhuna müdahale edilip onu gören şahsın yanından ayıramazsınız eğer müdahale edilebiliyorsa bu alemi manada ki suretidir. Bununda sebep ve hikmetleri vardır bu tarz şeyler genelde ehli tarıkta yapacakları keşiflerin bazı alemlerin bilgilerini eğrisiyle doğrusuyla öğrenmeleri için seyri  sülükte takılmadan geçmeleri gereken bir yerdir ve ayaklarının kaymaması için de devamlı Rabbine iltica etmesi ve yardım istemesi gerektiği yerdir. Tabi bunlar keşfi açık görerek seyr eden salikler için geçerlidir görmeyenler zaten bilmez her salikte görerek seyr edecek diye bir kural yoktur insanlar meşrep, meşreptir ve istitaatları farklıdır. Bir diğer hikmeti ise yukarda da dediğimiz gibi evliyanın kendi kerametini bilmesi her zaman şart değildir hikmetiyle de alakalıdır ki Bazen evliyaların kendileri bilmeden Alemi misalde ki suretleri farklı, farklı yerler de gözükebilir nitekim İmamı Rabbani (k.s) Mektubatının 216 ncı mektubun sonunda derki:

Velînin “rahmetullahi aleyhim ecma’în”, kendi vilâyetini bilmesi lâzım olmadığı gibi, kendisinden hârika, kerâmet hâsıl olduğunu bilmesi de şart değildir. Çok olur ki, herkes onun kerâmetini görür. Onun bu kerâmetlerden hiç haberi olmaz. İlm ve keşf sâhibi olan Evliyânın da, kendi kerâmetlerinden ba’zısını bilmemesi câizdir. Ba’zan, bunların Âlem-i misâldeki şekllerini, sûretlerini bir ânda, çeşidli memleketlerde, herkese gösterirler. Uzak yerlerde, şaşılacak işleri yapdıkları görülür. Hâlbuki kendisi, bunları hiç bilmez. Hazret-i Mahdûmî, mevlânâ Nûreddîn-i Câmî “kuddise sirruh” buyurdu ki, (Büyüklerden birine, çeşidli yerlerden gelen tanıdıkları, seni Mekke-i mükerremede gördük ve birlikde hac yapdık. Başkaları da, seni Bağdâdda gördük ve birlikde şöyle şöyle şeyler yapdık derlerdi. Hâlbuki, o kimse, o günlerde evinden çıkmamışdı ve o kimseleri görmemişdi. Acabâ niçin böyle söylüyorlar) derdi. [O kimse mevlânâ Câmî’in kendisi idi.] Her işin doğrusunu, yalnız Allahü teâlâ bilir.

Evet bu ifadelerden evliyanın naslarla sabit olan keramet gösterme özelliklerinden birininde konumuzla alakalı kısmıdır ki temessülü evliyanın da yapabildiğidir ve kerametlerinin bir çeşididir. (Kerametle ilgili ayet ve hadisler mevcuttur bknz.kuran Meryem 24,26-Kehf 16,17-Neml 40 gibi hadisler Buhârî, Enbiyâ, 48,54 Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, II, 380-381).)

Ehli tarık olanların bu tür yaşadıkları (Keşif,İlham,Rüya) hallerinde dikkatli olması gerekir çünkü hindistanda cukiyye ve berehmenler  ile yunan filozofları da böyle tecelli sanılan tecellilere hallere Alemi misaldeki keşiflere vs. bilgilere malik oldular ama rezil ve rüsvay olmaktan helak olmaktan kurtulamadılar. Salikin her ne olursa olsun Ehli sünnet alimlerinin yolundan, sünnetten ve şeriattan kıl kadar ayrılmaması gerekir yoksa maazallah sonları bunlar gibi olur.  Çünkü keşif,  ilham ve rüyayı şeytan bulandırdığı, araya girdiği gibi kişi kendiside Çok def’a, şeytân hiç karışmadan, hayâlde, doğru olmıyan ba’zı şeyleri husule getirebilir. Meselâ, ba’zan Peygamberimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” rü’yâda görüp, ba’zı şeyler öğrenenler oluyor ki, bu öğrendikleri, kitâblara uymamakdadır. Hâlbuki, bu rü’yâlara şeytânın karışmadığı meydândadır. Çünki şeytânın, her ne sûretle olursa olsun, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin şekline giremiyeceğini, âlimlerimiz bildirmekdedir. İşte, böyle rü’yâlarda, hayâl, yanlış şeyleri, doğru gibi göstermekdedir. Ba’zan da, keşflerde, rü’yâlarda, gizli şeyler, kendisine gösterilir. Bunları gördüğü gibi olacak sanır. Hâlbuki, onlara ma’nâ vermek, ta’bîr etmek lâzım geldiğini bilemez. Bunun için, söylediği şeyler meydâna çıkmaz. İşte böyle sebeblerden dolayı, keşf ve ilhâmlar, hatâlı olmakdadır. İşte bu sebeple sünnetin bildirdikleri kuranın bildirdikleri ve ehli sünnetin güzide Alimlerinin bildirdiklerinin dışına çıkmamak gerekir zaten bu bilgiler kuran ve sünnetle uyuşmuyor bağdaşmıyorsa hepsi reddedilir itibar edilmez.Bu tür bilgilerle alakalı geniş bilgiler için İmamı Rabbanin (k.s) mektubat eserine bakabilirsiniz.Neyse bu hususta belki söylenecek çok şey vardır ama konuya dönecek olursak.

3- Şeytan ve cinlerin bu temessülü kullanarak kişiyi dalalete ve sapıklığa, Tenasuh gibi batıl kavram ve inanışlara götürmek istemeleridir ki bir çok ayet ve hadis bunların insanlara düşman olduğunu bildirir. Şeytanın da Rabbimizden aldığı ruhsat neticesiyle insanları saptırmak için kullandığı yollardan biride temessüldür aynı isra 64 ayetinde ona verilen ruhsatlar gibi ayette: Hem onlardan gücün yettiğini sesinle oynat, süvarilerin ve piyadelerinle üzerlerine bas gürültüyü, ve mallarına evlâdlarına ortak ol ve onlarla va’dler yap, fakat Şeytan onlara bir aldanıştan başka ne va’d eder? Buyurulur.

Nitekim bu hususta Abdulhakim Arvasi (k.s) şöyle buyurur: Şeytanlar, diri insanın içine de girer. İnsanın his ve hareket sinirlerine de te’sir eder, hareket ve ses hâsıl ederler. İnsanın bundan haberi olmaz. Vaktiyle Roma’da ve Peşte’de, son zamanlarda Adana’da konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak memleketlerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bâzı kimseler bu çocukların iki rûhlu olduğunu veya başka insanın rûhunu taşıdığını yâni tenâsüh sanmıştır. Böyle zannetmenin yanlış olduğunu dînimiz açıkça bildirmektedir. Cinler putun yâni heykelin içine girip de konuşurlardı. Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem dünyâyı teşrîf ettiği, İslâmiyet’in başladığı, birçok putlardan işitilmişti. Bu sözleri duyup, çok kimsenin müslüman olduğu Mir’ât-ı Mekke târih kitâbında yazılıdır. Abdülhakîm Arvâsî)

4-Hıristiyanlarında Hz. İsanın (a.s) yaratılmasında ve onun hakkında haşa Allahın (c.c) oğludur diyerek teslis inancına ve bir taraftan da Tenasuhta olduğu gibi hulul inancına sapmalarında ki hikmetlerden biri de Cebrailin temessülü ve hz. Meryeme üfürmesidir burada ki ince mana ve hikmeti görmediklerinden (Baba, Oğul, Rûhu’l-Kudüs) üçleme inancına sapmışlardır.

5- Yukarda ki ayet ve hadisler den meleklerin özelliklerinden olan insanlar gibi yiyip içmedikleri İbrahim (a.s) gelen elçilerde olduğu gibi, şeytan ve cinlerin ise insanlar gibi yiyip içen varlıklar olduğunu ve bunlarında zürriyetlerinin olduğunu ürediklerini  Ebu Hureyre (r.a) hadisinde  “Beni bırak, çünkü ben muhtacım, çoluk-çocuğum var”  ifadesinden anlıyoruz.

6- Hz. Süleymanın (a.s) kıssasında geçen cinleri çalıştırdığı ile ilgili Sebe 12 ayetinde ve belkızın tahtının getirilmesi ile ilgili ayetlerde cinlerin maddeye de güç yetirebildiklerini anlıyoruz. Çalışmayan veya asi olan cinlerin de ateş azabıyla cezalandırıldıklarını anlıyoruz ki günümüz de bazılarınca cinler ateşten yaratılmış varlıklarken onları nasıl yakarsınız onlarda ateş yanmazlar gibi saçma bir iddianın da cevabıdır insan da tabiatı özü itibariyle topraktır ama kafasına topraktan yapılmış mesela bir kerpiçle vursanız acı duyar zarar görür cinler de aynı böyledir tabiatları özleri ateştir ama acı ve azab duyarlar ayette:Onların hepsini bir araya toplayacağı gün şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp aranıza kattınız.” Onların insanlardan olan dostları, “Ey Rabbimiz! Bizler birbirimizden yararlandık ve bize belirlediğin süremizin sonuna ulaştık” diyecekler. Allah da diyecek ki: “Allah’ın diledikleri (affettikleri) hariç, içinde ebedi kalmak üzere duracağınız yer ateştir.” Ey Muhammed! Şüphesiz senin Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir. (Enam 128) buyurulur eğer şeytanlar ve cinler ateşte yanmamış olsalar onlar için cehennem muhaldir. ikinci ve önemli bir husus cinler yakılırken yakmak için kullanılan ayet vazifelileri veya tılsımın vazifelileridir yakan meleklerdir bu hususta saffat suresi ilk 10 ayette temas edilmiştir kulak hırsızlığı yapan şeytanların melekler tarafından alevli ateşle gök katlarından kovulduğu ve yakıldığı ifade edilir ki bu ayette aslında çok ince hikmet ve ilimler saklıdır ben sadece bizim konumuza bakana örnek olsun diye verdim. Yalnız bura da şunu da belirteyim ki bu erbabınca yapılabilir öbür türlü yukarda belirttim sizin yapacağınız eylemi bildiğinden orada durmayacaktır cinler, onu manen hapsedebilen kaçmasını engelleyebilenler ancak ona ciddi anlamda zarar verebilir. Bazı havas eserlerinde cin yakma tılsımı diye verilen bilgiler uygulandığında onlara yakmak değil belki bazı uzuvlarına sıkıntı yapar zarar verir yoksa öldürmez. Bu ayette ki bir hikmette cinci hocaların medyumların veya mendelle bakım yapanların sözde cinleri kullanabildikleri zannıdır ki aslı ayette de açıkça ifade ediliyor     “Ey Rabbimiz! Bizler birbirimizden yararlandık ve bize belirlediğin süremizin sonuna ulaştık ifadesidir ki cinlerde onlardan faydalanıyor ve onları kullanıyor dalalete sevk ediyorlar. Bu şahıslar bilsinler ki zamanla eğer namaz ehliyseler namazı terk ederler namaz ehli değilseler iyice şeytanilerin eline düşerler ve amellerden dinden uzaklaşırlar. Aynı tehlike Bire bir cinleri, perileri veya ifritleri  görenler ve bakım yapanlar içinde geçerlidir. Bu şekilde olup ta normal ölenine biz şahsen rastlamadık. Gerçek bir Havass Aliminin bu usullerle işi olmaz bunlar bu manevi ilmin en alt basamağıdır. Ve bunlara şu ayeti hatırlatmadan geçemiyeceğim ayette: “Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da, cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı.” (Cin suresi 6)
buyurulur ahrette şu ayette ki ifadeleri dememek için şimdiden akletsinler ve bu girdaptan kurtulsunlar ayet budur:(Ateşe Giren İnkarcılar) Şöyle derler: Rabbimiz cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize gösterde onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar (Fussilet 29) bu hususta da elbet söylenecek çok söz var ama konunun uzamaması için hem de bunların ayrıca irdelenmesi gereken konular olduğundan bu kadarla yetiniyorum anlaya bilenlere bu bile yeter.

Aynı şekilde Belkızın tahtının getirilmesi ayetinde  ifritin de farklı bir cins olduğunu anlıyoruz.

7- Yukarıdaki hadislerden anlaşılan bir hususta şudur ki: Şeytan ve cinlerin okunan ayetler karşısında aciz olmalarıdır özellikle Ayetel-Kürsi gibi yakıcı özelliği olan ayetler bunlara zarar veriyor kuran ayet ve surelerinin bunlara zararıyla alakalı bir çok hadis vardır. Bununla beraber bir hususu daha belirteyim ki yukarıda temas ettim eğer sihir ve büyü ilmini bilen bir cine okuma yaparsanız oda iptal etmek için okuma yapar demiştim işte böyle bir durumda Ayetelkürsinin son ayetini vela yeuduhu hifzuhuma vehuvel aliyyül azim ayeti ve Yusuf 64 fellahu hayrun hafizav ve huve erhamur rahimîn ayetlerini aralıksız devamlı okuyunca oda artık gitmek zorunda kalır ve emelinde başarılı olamaz.

Diğer bir hususta hadiste “O çok yalancı olduğu halde nihayet doğru söylemiş. İfadesinden genelde yalanı çok söylemeleridir ve doğru bilgiyi ancak karşısındaki kişi ile baş edemiyeceğini kendisinden güçlü olduğunu bilirse kurtulmak için söyler. Öbür türlü demek ki normal cinciler medyumlar gibi kendileriyle irtibatta oldukları ve kendilerinden güçsüz şahıslara yalanı çok doğruyu çok az verecekler demektir ki zaten öyledir.

8- Yukarda 3 madde de verdiğim isra 64 ayetin deki Hem onlardan gücün yettiğini sesinle oynat ayetinin diğer manalarının haricinde kişinin beyninin içinde konuşmaları sesler duyurmaları bu ve benzeri eylemleri Amel ve taatle belli bir kıvama gelmemiş şahısları etkiliyecekleri evham ve vesvese verecekleri anlaşılır. Ayrıca Amellerden Rabbimizi zikirden yüz çevirenlerin şeytanla muhatab olacağı onu sıkı takibe alacağı   Zuhruf suresi 36 ayetinde Rabbimiz bildirmiştir. (Bu ayetin ve surenin bazı hikmetlerini ve burada zikrettiğim hususlarla bağlantısını bu fakirin Zuhruf suresi ve Havassı adlı konusunda bulabilirsiniz)

Aynı şekilde ayette “ve mallarına evlâdlarına ortak ol” ifadesinin de diğer manalarının haricinde cinlerin cinsi istismarını izah eden cin ve şeytanın insana cinsel tasallutu adlı konuma bakabilirsiniz.

9- Temessülde En önemli noktalardan biri de Melekler, Şeytan ve Cinlerin Temessülü yaparken başka kılıklara girerken bunu nasıl yaptıklarıdır. İlk olarak belirtelim ki Onlar kendiliklerinden bunu başarıyor değillerdir Rabbimizin öğrettiği bildirdiği bazı kelimeleri esmaları okuyarak bunu başarabiliyorlar ki aslında onları o hale sokan Rabbimizdir.  Bir şeyin asli şeklinin kendi kendine değişmesi muhaldir.Bunlar şeytan ve cinlerde harikulade hallerden istidraca girer ki iblisin durumu malumunuzdur. İblis Allah Teâlâ’nın huzurundan kovulunca:

“İblis;Yâ Rabbi!Bana Kıyamete kadar mühlet ver, dedi, Allah da: Sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu.”(A’raf: 14-15.)

İblis’e yeryüzünde mesafe katetme yetkisinin verilmesi ve bu sebeple şarkta garpta bulunan kimselere kolayca vesvese vermesi, hâdis-i şerifte belirtildiği üzere insanoğlunun kanına girebilmesi vs. aslında Allah’ın huzurundan kovulduktan sonra Allah Teâlâ’dan istediği mühletin kendisine verilmesi ile izah edilir.

Şeytanın, imtihan için kulları hak yoldan saptırması murad edil­diğinden, Allah Teâlâ tarafından duası kabul edilmiştir. Çünkü İb­lis, sapıklık ehlinin başkanıdır. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem ise hidayet ehlinin başkanıdır. Birincisi İblis Celâl sıfatının tecellisidir. İkincisi Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem ise Cemal sıfatının tecellisidir. Kemal sıfatının nuru görülmesi için ikisi de lâzımdır. Bu sebepten Şeyh Ebû Medyen el-Mağribi şöyle demiştir:

“Batıl, kendi halinde inkâr edilmez. Zira o, Allah’ın sıfatının, ya­ratılmışlar aynasındaki tecellilerinden bazısıdır.” (İmamı Azam-Fıkhul Ekber )

Evet Bunu yaparlarken de genelde Alemi misali kullanırlar ki bu alemin özelliği de her varlığın suretinin bu alemde bulunmasıdır.  İmamı Rabbanide (k.s) bu hususta der ki:Varlıkların kendilerinin değil de sûretlerinin, görünüşlerinin bulunduğu âlem. Âlem-i misâl, âlem-i şehâdet gibi vardır. Vehim ve hayâl değildir. Âlem-i misâl bütün âlemlerin (yaratılmışların) en genişidir. Âlemlerin hepsinde bulunan her şeyin âlem-i misâlde bir sûreti, bir görünüşü vardır.

Bediüzzamanın da yukarda ifade ettiği üzere Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler hem gayrdır, ayn değil; hem mevattır, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden başka hiçbir hâsiyete mâlik değil. Mesela, ayineler mahzenine giren Said, ayineler vasıtası ile binler Said oluyor, ama hakiki ve hayatlı olan Said birdir, diğerleri ise meyyit ve suretten ibarettir.” Dediği şekilde kendilerini gösteriyorlar.

Alemi misalin daha çok temessülde kullanılmasında ki hikmet ise insan da bulunan hissi kuvvetlerdir ki Dimağın iç boşluğunda olan beş iç hissin biri müşterek his, biri hayal kuvveti, biri fikretme kuvveti, biri vehmetme kuvvet i ve biri hafıza kuvvetidir.

Bu hususta İbrahim hakkı Hazretleri marifet namede derki:

Müşterek his kuvveti:

ilk hizmetçidir. Buna iki mânâ yönünden müşterek his denilmiştir. Birinci mânâ budur ki, iki gözün idrak eylediği bir nesnenin sureti, müşterek hisde yine bir müşahade kılmıştır. Zira ki bir kimsenin gözüyle müşterek hissi arasında bir bozulma vâki olsa, o kimse şaşı olup,

bir nesneyi iki görmüştür. İkinci mânâsı budur ki, müşterek his, dış hislerin sonunda ve iç hislerin evvelinde aracı olduğundan, dış hisler ile idrak olunan eşya, önce bu müşterek hisse gelip, o nehirler bu denizde toplandıkta; ondan iç hislere ulaşmıştır. Kalbe gelen fikirler, önce dimağa çıkıp, onda olan hisleri geçip bu müşterek hisse gelip, o pınar ve kaynaklar ona doldukta; ondan dış hislere ulaşmıştır. Şu halde onun için bu kuvvete müşüterek his denilmiştir. Bunun şuğulu, yazılan tercümanlık bulunmuştur. Bu kuvvetin şanı, bir tercümanlık bilinmiştir ki, sair kuvvetler bu işten âciz kalmıştır. Bu kuvvetin yeri, fiilin başlangıcı beyan olunduğu üzere iç boşluktan birinci boşluğun ön cüzü olmuştur.

ikincisi hayal kuvvetidir.

Bunun işi ve sanatı budur ki, dış hislerden bir nesne idrak olunsa, mesela bir kimseyi görmüş bulunsa, o kimse hazır bulunmasa, bu hayal kuvveti, onu kayıp iken müşahede edebilir. Yahut bir kimse bir şehri seyredip, bir başka yere gitmiş olsa, o şehri murat eyledikçe, gaip iken müşahede edebilir. Çünkü hayalin işi, hayal etmekle mânâları idraktir. Şu halde hakikatte hayal, kâtib misalidir ki, mânâları suretten uzak etmek onun halidir. Yani madem ki bir kelam,  telaffuzla suret bulmadıkça mânâsı hâsıl olmaz ve bir kimseye ulaşmaz. Lakin suretsiz, kâtip, suret ve lafız olan mânâları gayriye ulaştırabilir. Bunun gibi hayal

de, sureti hazır olmayan eşyayı, diğer hislere gösterebilir. Bu mânâların idraki, bu kuvvete mahsus olmuştur. diğer kuvvetler bu işten âciz  kalmıştır. Bu hayal kuvvetinin yeri ve fiilinin başlangıcı, müşterek hissin arkasında, ona bitişik olan birinci boşluğun diğer cüzü olmuştur.

Üçüncüsü fikretme kuvvetidir.

Eğer bunu, insanî konuşma kuvveti kendi faydasına kullanırsa, o anda bu kuvvete mütefekkire, müfekkire, mutasarrıfa ve zâkire derler. Eğer hayvanî vehmetme kuvveti bunu kullanıp, onun fiili için hazır olursa, o durumda bu kuvvete, hayal etme derler. Bu fikretme kuvvetinin işi budur ki dış ve iç hislerden hafıza kuvvetide her ne yazılış

ise, bu, o şekilleri görüp, okur. Bu kuvvetle, birinci ve ikinci kuvvetlerin

farkı budur ki, hissolunanlardan çıkarak onlara gelenleri ancak biri kabul

ve toplayıp, biri o toplamı hıfzeder Lakin bu üçüncü kuvvet, ikinci kuvvette

olan suretlere mutasarrıf olduktan başka o suretlere uygun ve uygunsuz olan

muhalleri dahi hazır edebilir. Onun için bu fikretme kuvveti, vehmetmeye

âlet gibi gelmiştir. Bu idrak ancak buna mahsus olmuştur ki, sair kuvvetler

bu sanattan âciz kalmıştır. Bu fikretmenin yeri ve fiilinin başlangıcı,

dimağdan orta boşluğun ön cüzü olmuştur.

Dördüncü vehmetme kuvvetidir ki, bunun şuğulu ve sanatı odur ki, gördüğü ve

görmediği nesneleri, doğruyu ve yalanı nefse gösterir. Şehadetler âleminde

(dünyada) sureti olan ve olmayan mânâları idrak eder bulunmuştur. Vehmetme

kuvveti, mesela âlemde yüzbin güneş vehmedebilir. Halbuki âlemde ütrü

ferdine münhasır olan güneş, birden ziyade değildir. Veyahut cıvadan bin

deniz vehmeder. Halbuki biri dahi bulunmaz. Veyahut altın ve gümüşten ve

türlü cevherlerden binlerce tepe ve dağ vehmedebilir. Halbuki âlemde iri

dahi olmaz. konuşmayan hayvanın aklı, ancak bu vehmetme kuvvetidir ki,

bununla kuzu, bir sürüde annesi benzeri bin koyun içinde kendi annesini

bilir. Çobanın sadakatiyle kurdun düşmanlığını bu kuvvetle hissedip, bilir.

Şu halde bu vehmetme kuvveti diğer hayvanlardan insana mahsus olan akıl

makamında olur. Zira ki hisle değil akılla algılanan sadakat ve düşmanlığı,

koç, vehmetmenin hükmüyle bilir. İnsan dahi bu kuvvetin bazı hükümlerine

tâbi olup, hayvanlık eder. Zira ki vehmetme kuvveti, hayal etme kuvvetini

kullanıp, olan duruma aykırı ve işin gerçeğine ters nice yollara gider Nice

yalancı hayaller icat eder ki, akıl hükmünce muhal ve âtıldır. Nakil

hükmünde sapık ve bâtıldır. Onun için vehmetme kuvvetine beden şeytanı adı

vermişlerdir. Zira ki beden kuvvetlerinin tümü, insan aklının hükmü altında

emriyle gitmişlerdir. illa ki, vehmetme insana itaatkâr ve boyun eğici

değildi. Nice ki Rahman’ın mekleklerinin tümü, hazreti Adem’e secde

etmişlerdir, ancak iblis ona secde eder değildir. Habib-i Ekrem Sallallahü

Aleyhi ve Sellem hazretleri, hadis-i şerifte “Her doğan ki, ana rahminden

dünyaya gelir. Onunla şeytanı beraber doğar,” buyurduğu vehmetme

kuvvetinden kinayedir, demişler. Zira ki vehmetme kuvveti, yalan söylemekten

ve eşyayı ters gösterip, hile yapmaktan asla hâli kalmaz. Onun tasallutu

oldukta; aklın hükmü kalmaz. Vehmin fehme galebesinden Allah’a sığınırız. Bu

kuvvetin yeri, dimağın tümüdür. Lakin fiilinin başlangıcı, orta boşluğun

sonu olmuştur.

(Işte Fehmin Vehme dönüşmesi vehmin Fehme galebesi, hem sofi için hem sair müslüman için en aldatıcı noktadır şeytan bunu çok iyi kullanarak kişiyi olduğundan çok farklı gösterir zalimi alim ve Mürşid vs. Şeklinde. Zuhruf 37 ayetinde Ve innehum le yesuddunehum anis sebili ve yahsebune ennehum muhtedûn. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar ifadesi işaret etmektedir.)

Beşincisi hâfıza kuvvetidir.

Bu kuvvet levhaya benzer olmuştur. İnsanın

levh-i mahfuzu bilinmiştir. Zira ki iç ve dış hisler, buna her ne şekil ve

suret gelirse, onun nakşı olduğu gibi bu levha üzerinde sâbit olup,

görünmüştür. Mesela iki kimse birbirini bir kere görmüş olsalar, sonra bir

dahi görüşmeseler, elbette birbirini tanıyıp bilirler. Zira ki önce

görüştüğünde, ikisinin de sureti hâfıza kuvvetlerinde resim ve

nakşolunmuştu. Şu halde o evvelki nakş ki, hâfızalarda yazılmıştı. Bu

ikinci kerede yazılan nakşa tatbik olunduğunda, iki nakş uygun gelip,

beraber olurlar. Ondan bilir ki, bundan önce bir dahi görüşmüşlerdir. Bu

hâfıza kuvveti, hissolunan ve olunmayan suretlerden,vehmetme kuvvetine

gelen mânâların hazinesi bulunmuştur. Nitekim hissolunan suretler müşterek

hisse gelen mânâların hazinesi hayal bilinmiştir. Bu hıfz, ancak bu kuvvete

mahsustur ki, sair kuvvetler bu işten me’yustur. Bu hâfızanın yeri ve

fiilinin başlangıcı, dimağın üç karnından son karnının cüzünün

başlangıcıdır. Şu halde hakikatte bu hâfıza kuvveti yazılmış bir levha

misalidir. Fikretme kuvveti onu okuyan âlim gibidir. Hayal kuvveti kâtip

misalidir, vehmetme kuvveti şeytan gibidir, müşterek his bir deniz

misalidir ki, dış nehirler ve iç kaynakların hem toplamı, hem taksim edicisi

bulunmuştur.

Evet son olarak Bunlar naçizane Temessül konusunda bizim tespit ettiklerimizdir bununla birlikte elbette farklı hikmet ve sırları da vardır her şeyi hakkıyla bilen Allah azze ve celledir okuyanlara faydalı olması temennisi ile bu fakiri de dua da unutmayın. Rabbim teala şeytan ve yardımcılarının düşmanlığından bizleri ve sizi korusun onların ve nefislerimizin iğva ve desiselerinden şerlerinden muhafaza edip rızasını kazandığı kullarından eylesin.amin. Vesselam Veddua

Etiketler:

Malasef Yorumlar Kapalı.