Kategoriler
Tavsiye Siteler
Son Yazılar
Son yorumlar
12 yıl önce tarafından yazıldı, 896 kez okundu ve hakkında hiç yorum yapılmadı.

Mührü Süleyman ve Efendimiz (s.a.v)

Kur’ân-ı Kerimin Süleyman Aleyhisselâm Hakkındaki Açıklaması

Bismillahirrahmanirrahim

“Süleyman’a da, rüzgârı, (Müsahhar kıldık)ki, sabahı bir aylık yol), akşamı, bir ay(lık yol)du.

Erimiş bakır mâdenini, ona, sel gibi akıttık.

Onun önünde -Rabbinin izniyle- iş gören bazı cinler de, vardı.

İçlerinden, kim bizim emrimizden ayrılıp saparsa, ona, çılgın azabdan tattınrdık.

O, kalelerden, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan, sabit sabit ka­zanlardan, ne dilerse, kendisine yaparlardı.

Ey Dâvûd Hanedanı! Siz, (Allah’a) şükür için çalıştınız!

Kullarımdan (hakkıyle) şükreden, azdır. (Sebe 12-13)

“Andolsunki: biz, Dâvûd’a ve Süleyman’a i\im vermişizdir.

(Bundan dolayı) onlar:

“Bizi, Mü’min kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah’a hamd olsun!” dediler.

Süleyman, Davud’a, mirasçı oldu.

(Süleyman):

“Ey insanlar! Bize, kuşların dili öğretildi.

Bize, her şeyden verildi.

Şüphesiz ki: bu, apaçık bir üstünlüğün ta kendisidir!” dedi.

Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan, kuşlardan orduları toplandı.

İşte, bütün bunlar, (onun tarafından) zabt ve idare ediliyorlardı.

Hattâ, Karınca vadisi üzerine geldikleri zaman (dişi) bir karınca:

“Ey Karıncalar! Yuvalarınıza giriniz!

Sakın, Süleyman ve ordusu -kendileri, bilmeyerek- sizi kırmasın!” dedi.

(Süleyman) onun bu sözünden gülercesine gülümsedi de:

“Ey Rabb’im Bana ve Ana ve Babama lütfettiğin nimetine şükr etmemi ve (geri­de kalan ömrüm içinde) Senin razı olacağın iyi (işler) yapmamı, bana, ilham et!

Rahmetinle beni de (Cennette) sâlih kulların arasına idhal et!” dedi.

(Süleyman) kuşları araştırıp:

“Hüdhüd’ü, neye görmüyorum?

Yoksa, gaiblerden mi (oldu)?

Onu, her halde çetin bir azaba uğratacağım!

Yâhud, onu, mutlaka, kestireceğim, ya da, bana, açık ve kat’îbir Burhan geti­rir!” dedi.

Derken, (Hüdhüd) çok geçmeden geldi:

“Ben, senin muttali’ olmadığın bir (hakîkat)a vâkıf oldum: Sebe’den, Sana, çok doğru (ve mühim) bir haber getirdim.

Hakikat, orada, bir kadını, onlara hükümdarlık eder buldum.

Kendisine, her şey verilmiştir.

Onun, bir de, çok büyük bir Taht’ı var.

(Gerek) onu, (gerek) kavmini, Allah’ı bırakıp güneşe secde ediyorlarken buldum (gördüm).

Şeytan, onların yaptıklarını, süslemiş te, kendilerini yoldan alıkoymuş (saptırmış) Onun için, onlar doğru yola giremiyorlar.

(Bunu) göklerdeki ve yerdeki her gizliyi (meydana) çıkaran, (kalblerinde)ne gizli­yorlar, ne açıklayorlarsa, (hepsini) bilen Allâha secde etmesinler diye (yapıyorlar)

Allah, O’dur ki, O, büyük Arş’in Sahibi olan ve O, kendisinden başka hiç bir İlâh bulunmayandır.” dedi.

(Süleyman):

“Bakalım doğru mu söyledin, yoksa, yalancılardan mı oldun?

Şu mektubumu götür, onu, kendilerine bırak!

Sonra, onlardan biraz çekil de, bak, neye dönecekler (Ne cevap verecekler?) dedi.

(Sebe’ kıraliçesi):

“Ey İleri gelenler! Hakikat, bana, çok şerefli bir mektup bırakıldı ki, o, Süleyman-dandır ve o, hakfkatan, Rahman ve Rahfm olan Allâhın adiyle.

Bana karşı, baş kaldırmayınız!

Müslümanlar olarak bana geliniz!” diye (yazılmıştır)

Ey ileri gelenler! Bana, (bu) işim hakkında bir rey veriniz!

Siz, huzurumda bulununcaya kadar, ben, hiç bir işte kat’î(bir hüküm sahibi) ola­madım. ” dedi.

“Biz, güc, kuvvet sahihleri, çetin savaş erbabıyız. Emir, sana âiddir.

Bak, sen, ne emredeceksin.” elediler. (Kraliçe):

Şüphesiz ki: hükümdarlar, bir memlekete girdikleri zaman, orasını, perişan ederler.

Halkından, şerefli olanları, hor ve hakir kılarlar. Bunlar da, böyle yapacaklardır.

Ben, onlara, bir hediye göndereyim, de, Elçiler, ne (cevap) ile dönecek baka­yım?” dedi.

Bunun üzerine, vaktâ ki, (o gönderilen heyet) Süleymana geldi.

(Süleyman):

“Siz, bana, mal ile yardım mı ediyorsunuz!?

İşte, Allah’ın, bana verdiği (nimetler ki, onlar) size verdiğinden daha çok hayırlıdır.

Belki, siz, hediyenizle böbürlenirsiniz.

(Ey elçi heyet başkanı!) dön onlara!

And olsun ki önüne geçemeyecekleri ordularla onlara gelir, onları, hor ve hakir oldukları halde, oradan çıkarırım!” dedi.

(Süleyman, kendi maiyetindekilere de) ey ileri gelenler! Onun (Belkısin) Tahtını, kendilerinin, bana, Müslüman olarak gelmelerinden önce, hanginiz bana, getirir?” dedi.

Cinden bir İfrit:

“Sen, Makamından kalkmadan, ben, onu, sana getiririm!

Ben, buna karşı, her halde, güvenilecek bir güce mâlikim!” dedi.

Nezdinde Kitabdan bir ilim bulunan (Âsaf b.Berhıya):

“Ben, gözün, sana dönmeden (gözünü yumup açmadan) önce, onu, sana geti­ririm!” dedi.

Vaktâ ki (Süleyman), onu (Tahtı) yanında durur bir halde gördü: “Bu, Rabbımın fazi (ve lutf’undan)dır.

Şükür mü edeceğim, yoksa, nankörlük mü edeceğim, beni, imtihan ettiği içindir (bu).

Kim şükr ederse, kendi yararınadır, kim de, nankörlük ederse, şüphe yok ki Rab-bım (onun şükründen) tamamen müstağnidir.

(Hem O) Hakkıyle kerem sahibidir.” dedi.

(Süleyman):

“Onun Tahtını, bilinmez bir şekle getiriniz.

bakalım (tanımaya) muvaffak olacak mı, yoksa, muvaffak olamayacaklardan mı olacak?” dedi.

Artık (Belkıs) gelince, ona: “Senin Taht’ın böyle mi idi?” denildi. (Belkıs):

“Sanki, bu, odur!

Ondan önce de, bize ilim verilmişti, ve biz, Müslüman olmuştuk! dedi. (Hayır!) Onun, Allah’ı bırakıp tapmakta devam ettiği şey, kendisinin İslâmiyeti)ne mani olmuştu.

Hakıkatta, o kâfirler gürûhundandı.

Ona:

“Köşk’e, gir!” denildi.

(Belkıs) onu, görünce, derin bir su sandı.

İki ayağını aç(ıp sıva)dı.

(Süleyman):

“O, hakîkatan, sırçadan yapılmış, düzeltilmiş (ve şeffaf) bir açıklıktır.” dedi.

(Belkıs)

“Ey Rabb’ım! Hakikat, ben, kendime yazık etmişim.

Süleyman’ın maiyetinde, âlemlerin Rabb’ı olan Allâha teslim oldum (Müslüman oldum) dedi. (Neml15-44)

“Biz Dâvud’a Süleyman’ı verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah’a yönelirdi “Öğleden sonra kendisine, üç ayağının üzerinde durup bir ayağını yere diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu.”

“Süleyman, ‘gerçekte ben mal sevgisine, Rabbimi anmayı sağladığı için düştüm’ dedi. Nihayet bu atlar koşup gözden kayboldukları zaman, ‘onları bana getirin!’ dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.”

“Andolsun Biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski haline döndü

“Süleyman, ‘Rabbim, beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz Sen daima bağışta bulunansın’ dedi.”

“Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik.” “İşte Bizim bağışımız budur. İster ver, ister tut; hesapsızdır’ dedik “Doğrusu onun, Bizim yanımızda yüksek bir makamı ve güzel bir istikbâli vardı (Sad30-40)

Ayetlerden de anlaşılacağı üzere Hz. Süleymana (a.s) Rabbimiz bütünüyle Herkese vermeyeceği bir Mülk ihsan etmiştir. Bu sebepten dolayıdır ki Hakkında bir çok rivayetler, yorumlar yapılan bir Peygamberdir. Biz Hz. Süleymanın (a.s) bu rivayetler içerisinde en çok konuşulan Hatemi (Mührü) yüzüğü hakkında bir bilgi sunacağız.

Hz. Süleymanın (a.s) Hatemi-Mührü,Yüzüğü

Rivayetlerde Süleymanın (a.s) hatemi- yüzüğüyle cinlere, kuşlara, rüzgarlara hükmettiği geçer. Bu rivayetlerin bir çoğu, israiliyat kabilinden bir kısmı kıssacıların uydurmaları vs. sebeplerle bir çok kaynaklara intikal etmiştir. O kadar mübalağalı rivayetler vardır ki bu hususta doğrunun eğriden ayrılması güçleşmiştir. Bu rivayetleri top yekûn yazmak yerine bazı noktalara temas etmekle yetineceğiz.

Hz. Süleymanın (a.s) hateminin olması çok normaldir kral bir peygamberin Mührü elbette olacaktır. Ayette Sebe Melikesine yazdığı mektuptan da anlaşılacağı üzere tebliğlerde dine davet mektupları ve emirnamelerde elbette bu mühür kullanılmıştır. Efendimizin (s.a.v) de Mührünün olduğu bilinen bir gerçektir. Cinlere, Rüzgarlara, Hayvanlara hükmetmeyi bir yüzüğe-hateme bağlamak ne kadar doğrudur. Peygamberler Rablerinden aldıkları tasarruf yetkileri ne kadar ve ne ise ona göre davranmışlardır. Bu Vakıayı yüzükle değil de Hz. Süleymanın (a.s) krallığının bir gereği ve Rabbinden istemiş olduğu duanın bereketi olarak görmek ve inanmak daha doğrudur.   Nitekim Sebe 12 ayette rabbimiz:  Cinlerden de Rabbinin izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden çıkarsa, ona alevli ateş azabını tattırırız. Buyurarak cinlerden başkaldıranları Rabbimizin alevli ateşle cezalandırdığı ifade edilir. Eğer zannedildiği gibi Hz. Süleymanın (a.s) yüzüğünden dolayı Cinler vs. itaat ediyorlarsa o zaman ayette ifade edilen başkaldırma eylemi cinler tarafından yapılmaması gerekirdi. Yüzük ondayken isyan değil itaat etmeleri gerekirdi. Oysa bu ayetten açıkça anlaşılıyor ki yüzüğü olmasına rağmen cinler arada bir başkaldırmaya isyana yeltenmişler ve rabbimizde asileri cezalandırmıştır. Maalesef zamanla sadece Hz. Süleymana (a.s) değil, diğer peygamberlerinde kullandıkları eşyalara bu tarz kutsallık ve harikuladelik yüklenmiştir. Hz. Musanın (a.s) Asası gibi. Marifet bu kullanılan eşyalarda değil marifet bunu Kullanan o kutlu Peygamberler dedir. (Binlerce Salat ve Selam Hepsinin üzerine olsun)  Efendimizin (s.a.v) Miraca çıkarken bindiği Burak, Miraç, Refref vs. gibi eşyalar varlıklarda aynıdır. Marifet Efendimiz dedir (s.a.v) Miraca çıkacak bir kul olmasaydı bu vasıtaların ne ehemmiyeti vardır. Veya bu vasıtalar yerine başkalarıyla da çıkabilir binebilirdi. Burada Vereni görmemek Verenin yani Rabbimizin bunu verdiği kulun Marifetini, büyüklüğünü, Yüklendiği görevi ve mahiyetini görmemek, tersine Nübüvveti esnasında kullandığı araç ve gereçleri görmek ve kutsallaştırmak, Marifet onlardaymış gibi inanmak ne kadar doğrudur? Kararı siz verin.

Bu anlatımdan sakın kutsal emanetlere hürmet göstermeyelim manası çıkarılmasın.Misalen

Topkapı sarayında bulunan emanetleri muhafaza etmek ve onlara gösterilecek hassasiyet elbette ki onu Kullanan zatların hürmetinedir. Yoksa onu kullanan zatı görmezden gelip eşyaya direk hürmet abestir.

Mühür kimdeyse Süleyman odur

Sözü aslında Hz. Süleymanın (a.s) yüzüğünün ona verilen yetki ve Mülkü ifade etmesi açısından çok manidar bir sözdür. Yani yüzükte rivayetlerde anlatıldığı gibi bir marifet yok. Marifet Hz. Süleymana (a.s) Rabbimizin verdiği Mülk ve Güçtedir.

Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.v) bildirdiğine göre, Süleyman (a.s.) Beytü’l-Makdis’i yapıp bitirdiği zaman Allah’tan:

a) Allah’ın hükmüne uygun hüküm; İnsanlar arasındaki dâvâ konusu problemlerde ve ictihada dayanan hususlarda Allah’ın kendisini doğruya ulaştırması,

b) Kendisinden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanat;

c) Mescidine ibâdet niyetiyle girecek herkesin, anasından doğduğu gündeki gibi günahlarından arınmasını dilemiş ve bu dilekleri kabul edilmiştir. (Nesâî, Mesâcid 6; İbn Mâce, İkametu’s-Salât 196; K. Sitte, 12/357). Bu hadisin başka varyantlarındaki ifadeye göre Süleyman (a.s.)’a ilk iki dileği verilmiştir. Hz. Peygamber, “sonuncu dileğin biz (Muhammed ümmetin)e verilmesini umarız” (İbn Mâce, İkame 196; Ahmed bin Hanbel, II/176; K. Sitte Terc, 17/103) buyurmuştur.

Yukarda hadiste bildirilen ve Sad 35 ayetiyle de kuranda bildirilen Hz. Süleymanın (a.s) kendisinden sonra bütünüyle sahip olduğu Mülke kimsenin sahip olmamasıdır.

Hz. Süleymanın (a.s) Yüzüğündeki Yazı

Havass ilimleriyle alakalı eserler incelendiğinde bir çoğunda bu yüzüğün özelliklerinden bahsedilir. Yüzüğün kaşının Davut yıldızı 6 oklu bir yıldız şeklinde olduğu, ve bazı esma veya tılsımların yazılı olduğu vs. geçer. Hatta yüzükte yazılı olduğu söylenen bir çok tılsımlar farklı,farklı olarak verilmiştir. İster istemez akla bu yüzük kaç taneydi sorusu geliyor. Eğer hatem-yüzük bir tane ise illaki o yüzüğün üzerinde ki bu şekiller tılsımlar bir seferde bildirilmelidir bütün olarak. Oysa farklı, farklı tılsımların verilip Hz. Süleymanın (a.s) yüzüğünde bu yazılı denmiştir. Ya yüzüğün üzerinde misal üç tılsım vardır birini bir eser sahibi vermiş, diğerini başka eser sahibi vermiş şeklinde düşünsek bu sefer de o verilen bilgilerin doğru olsalar bile, hepsi bir araya getirilmeden bir işe yaramayacağı kesindir. Çünkü böyle bir durumda bu tılsımlar üçü bir araya getirilerek manevi bir etki oluşturmuştur. Eğer böyle olmamış olsa, Tek bir tılsım olurdu. Ve en garibi de bizim Hadis kaynaklarımız da yüzüğün üzerinde yazılı olan yazı bildirilmiştir. Havas Eserlerinde verilen bilgilerle Hadiste bildirilen yazı arasında çok fark vardır. Aslında eserlerde verilen yüzüklerin belki de tek doğru tarafı yüzüğün kaşıdır şeklidir.  7 kat gökler ve yerleri temsil etmesi hasebiyle. Bununla alakalı bir hayli bilgi olduğundan günümüzde içeriğine girmiyorum.

Rivayetlerde Yüzükte yazılı olan şeyin İsmi Azamdan olduğu bu sebeple cinlere, rüzgara vs. hükmettiği ifade edilir. Bu Mümkündür doğrudur. Lakin atlanılan nokta şudur ki bir kişi tasarruf yetkisine sahip değilse, onun kullandığı yetkisini alıp tasarruf ettiği nesneyi, duayı vs. onun gibi asla kimse kullanamaz. Hem herkesin İsmi Azamı olan feyiz aldığı Rabbi olan Esma farklıdır. İşte önemli olanda bu noktadır. Hz. Süleymanın (a.s) Esması İsmi Azamı farklıdır sair insanların ki farklıdır. Marifet yüzükte değil onda yazılı olan İsmi Azamdadır deniliyorsa bu nokta da atlanılmamalıdır. Hem  Havas ilimlerinde malumunuz bir çok dua veya surenin uzleti vardır. O sure veya duanın şartları yerine getirilmeden tam bir tasarrufunu kullanmak abestir mümkün değildir. bu sebeple kimse Hz. Süleymanın (a.s) yüzüğüne sahip olunca onun gibi olacağım sevdasına düşmemelidir. Bu hem İlmi Ledünnün sırrına aykırıdır hemde çok komik bir durumdur. Hayalden başka bir şey değildir.

Her zevallı merd-i meydan olamaz;
Sivri sinek de Süleymân olamaz.

Yüzükle ilgili Hadisler:

Taberaninin Ubâde bin Sâmit’ten naklettiğine göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Peygamber Süleyman bin Davud’un yüzüğünün kaşı semavî idi ve nakşında şu yazı vardı:

La ilahe illallah Muhammedürrasulullah

Ben, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’ım! Muhammed de benim kulum ve resûlümddür!”

Ukayl ile îbn-i Adiyy’in Cabîr’den naklettikleri rivayette şöyledir:

“Resûlüllâh buyurdu: “Davud’un oğlu Süleyman’ın yüzüğünün nakısında şunlar yazılı idi: “Lâ ilahe illallah Muhammedün resûlüllâh = Allah’tan başka ilâh yok, Muhammed de Allah’ın resûlü’dür

Evet bu hadislerde açıkça görülüyor ki Hz. Süleymanın (a.s) yüzüğünde yazılı olan şey La ilahe illallah Muhammedurrasulullah Kelime-i Tevhiddir. İşte Hz. Süleymanın (a.s) yüzüğünde sır arayanlar bilsin ki İlmi Ledünnün ve Tasarrufların, Nurların gerçek kaynağı Efendimizdir ve Efendimizde (s.av) saklı. Yüzükte ismi azam yazılıdır diyenler onunla hükmediyordu diyenlere tavsiyem Kelime-i Tevhidin inceliği ve sırrına vakıf olmaya çalışsınlar. Bütün hikmetler bu cümlelerde saklı bunu yaşamakta saklı. Bu sebepten dolayıdır ki bütün Peygamberler (a.s) insanları hep Kelime-i Tevhide çağırmışlardır. Diğer bir hususta Kelime-i Tevhid de Rabbimizin en büyük ismi olan Allah (c.c) lafzayı celali geçer. İlah ismi ve Muhammed ismi geçer bu isim Sadece Efendimizin değil Rabbimizin de bir ismidir.

Bu rivayet bazı hadisçiler tarafından abes karşılanmıştır. Hz. Süleymanın da bir peygamber olması nedeniyle. Oysa bunun yazılı olması Hz. Süleymanın (a.s) Peygamberliğine bir halel getirmez. Alemlere Rahmet olarak gönderilen Efendimizin (s.a.v) rivayetlerde geçtiği üzere, Arşı Alada, Cennetin kapılarında hatta bazı rivayetlerde cennette bir çok ağacın gövdelerinde vs. kelime-i tevhidin yazılı olduğu isminin yazılı olduğu bildirilmiştir. Bütün Peygamberler den (a.s) alınan misak gereği, Efendimizin (s.a.v) Rabbimizin katında ki büyüklüğünü biliyorlardı. Hz. Ademin (a.s) Tövbe rivayeti herkesin malumudur. Onun tövbesi Efendimizin (s.a.v) hürmetine kabul görmüştür. Aynen bunun gibi Hz. Süleymanda (a.s)  bir nevi tevessül ve teberrük olsun diye yüzüğüne Kelime-i Tevhidi yazdırmadığı ne malumdur.

Hz. Ademin (a.s) tövbede Efendimizi vesile edinmesi onun Peygamberliğine bir halel getirmediği gibi Hz. Süleymanında (a.s) peygamberliğine bir halel getirmez.

Efendimiz (s.a.v) Aslında bütün insanlığa Nebiydi isimli Yazımıza bakarsanız misakın mahiyeti anlaşılmış olur. Aslında ehli keşifin de ifadesiyle Peygamberler bile nübüvvet nurlarını Efendimizden (s.a.v) almışlardır. Hem nasıl olmasın ki Hak teala Vema erselnake illa rahmetellil alemin buyurmadımı?

Bu hususta bir rivayette:

Hakim, sahihtir kaydiyle îbn-i Abbâs’tan rivayet eder. O demiştir ki: “Allah Teâlâ îsa’ya

(a.s.) şöyle vahyetmiş: “Muhammed’e imân et ve ümmetinden her kim O’na yetişecek olursa, O’na imân etmelerini de kendilerine emret! Eğer Muhammed olmasaydı, ne Adem’i yaratırdım, ne cenneti ne de cehennemi… Ben arşı yarattığım zaman o su üzerinde ızdırab etti

bende, üzerine “Allah’tan başka ilâh yok, Muhammed Allah’ın resulüdür” diye yazdım, bunun üzerine arş sakin oldu…”

hdisler için bakın Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/21-22

Etiketler:

Güvenlik Sorusu ** Zaman sınırı bitmiştir. CAPTCHA yeniden yükleyin.