Kategoriler
Tavsiye Siteler
Son Yazılar
Son yorumlar
12 yıl önce tarafından yazıldı, 102 kez okundu ve hakkında yoruma kapatıldı.

İrâde ve Kerâmet

Ey oğul! Sâlike, ihtiyâr (tercih) ve irâdesinin fânî olmasından sonra ihsân edilen irâde ile kerâmet türünden her istediği şeyin vukû bulması şart değildir. Oysa avâm ve halk bunu böyle (vukû bulur) zannederler. Hattâ olur ki, (bazen) kâmil bir zâta bu irâdeyi ihsân ederler ama onda hiç kerâmet zuhûr etmez. Yine bu irâde sâhibinin, birinci irâde sâhibinden (kerâmet ehli kişiden) daha yüksek  makâmda bulunması da câizdir.

Şeyhu’ş-şuyûh (Sühreverdî) Avârif’te demiştir ki: “Bazen Allah Teâlâ kulunu terbiye etmek ve onun îmânını takviye etmek için bâzı alâmetleri ve kerâmetleri ona açar (nasip eder)”. Sonra keşf ve kerâmet erbâbına dâir bazı hikâyeler nakletmiş ve ardından şöyle demiştir: “Bunların hepsi Allah Teâlâ’nın hediye ve ihsânıdır. Bazen sâlik keşf sâhibi olur, ona kerâmetler ihsân edilir. Bazen de kendisinden daha yüksek mertebede olan bazı kişilere bu keşf ve kerâmetlerden bir şey verilmez. Çünkü bunlar îmânı güçlendirmek içindir. Kendisine hâlis îmân ve yakîn verilen kişi bu tür kerâmetlere ihtiyaç duymaz. Bütün bu kerâmet türü şeyler, bizim bahsettiğimiz zikrin kalpte cevher hâline gelmesinin ve zât zikrinin oluşmasının altında kalır.

Ancak Şeyhu’l-İslâm Herevî Menâzilü’s-sâirîn isimli eserinde şöyle demiştir: “Tecrübe ile bende sâbit olan bilgiye göre, mârifet ehlinin firâseti (ince anlayışı), huzûr-i ilâhîye lâyık olan kişi ile lâyık olmayanın ayrılması içindir. Bu firâset ile, gönlünü Allah ile meşgul eden ve cem‘ makâmına ulaşan isti‘dâd (fıtrî kâbiliyet) sâhibi kişileri tanırlar. Bu, ehl-i mârifetin firâsetidir. Allah’a vâsıl olmayan riyâzat, açlık, halvet ve gönül tasfiyesi ehli olanların firâsetine gelince, onlar bu firâsetle Allah Teâlâ’ya has olan gaybî bilgileri ve sûretleri keşfederler. Ancak onlar halktan (yaratılmıştan) haber verirler. Çünkü onlar Hak Teâlâ’dan perdelidirler. Oysa mârifet ehli olanlar, kendilerine gelen Hak Teâlâ hakkındaki bilgilerle meşgul olmadıkları için sâdece Allah’tan haber verirler.

Dünyâdaki insanların çoğu Allah’tan uzak kaldıkları ve dünyâ ile meşgul oldukları için sûretlerin ve mahlûkâtın hâllerinden kendilerine gayb olan haberlerin keşf olunmasına meyl ederler. Bu konularda bilgi veren kişileri yüceltirler, onları Allah’ın seçkin kulu ve ehlullahtan sayarlar, ehl-i hakîkatin keşfinden ise yüz çevirirler, Allah hakkında verdikleri bilgilerden dolayı onları ithâm ederler, kendi zanları ile “Bunlar ehl-i Hak’tan olsalardı bize mahlûkâtın hâlleri hakkında bilgi verirlerdi, bunu yapamadıklarına göre daha yüksek keşflere nasıl kâdir olacaklar” derler. Bozuk kıyas ve akıl yürütmeleriyle bu zâtları yalanlarlar. Neticede doğru haberlere gözleri kör kalır. Bilmezler ki Allah Teâlâ bu zâtlara olan sevgisi ve himâyesi sebebiyle onları halkı düşünmekten korumuş, onları seçmiş, kendisinden başka şeyleri düşünmekten onları alıkoymuştur. Mahlûkâtın işleriyle ilgilenselerdi, Allah Teâlâ’ya lâyık olamazlardı.

Ehl-i Hak, halk ile meşgûliyete uygun değildir; ehl-i halk da Hak Teâlâ ile meşgûliyete uygun ve lâyık değildir. Bazen görmüşüzdür ki, ehl-i Hak’tan olan kişiler sûretlerin keşfine azıcık iltifat ettikleri zaman mârifet adını verdiğimiz firâset ile diğer insanların idrâkine kâdir olamadıkları şeyleri idrâk ederler. Bu, Cenâb-ı Hak ile ve Ona yakınlıkla ilişkili bir firâsettir. Halk ile ilişkili olan gönül safâsı ehlinin firâseti ise Cenâb-ı Hak ile ve Ona yakınlıkla irtibatlı değildir. Bu konuda Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler ve diğer gruplar ortaktır. Çünkü bu firâset Allah katında değerli değildir ki dostlarına tahsis etsin. (İmamı Rabbani-Mükaşefetü Gaybiyye)

Etiketler:

Malasef Yorumlar Kapalı.