KUR’AN, SÜNNET VE TARÎKAT
İslâmiyet dâima âli ve gâlibtir, mağlûb olmaz.22 Hadis Buhârî
Emmâ bâd ihvânı dîn ve erbâbı sıdkı yakîne arz ve ifade olunur
ki tarâiki aliyyenin hepsi mefhârı mevcûdat seyyidi kâinat efendimizin
akvâl ve efâlinden yani sözleri ve amellerinden ibâret olduğu
için turûkı aliye esas itibariyle birdir. Cümlesi Muhammedîdir. Tarikat
lügatta “tarîk” yani “yol” demektir. Istılâhı tasavvufta ise Cenâbı
Hakk’a takarrub maksadıyla sülûk olunacak ibâdet ve taat yoludur.
Milyarlarca mahlukat içerisinde mükerrem olarak yaratılan insan için
İslâm dini bunun yolunu göstermektedir. Bu yol sırâtı müstakîmdir.
Hidâyet ve felâha bu yolla erişilir. Bu bir terbiye ve seyri sülûk
merâtibidir.
Lâ ilâhe İllâllah Muhammedu’rrasûlullah kelimei tayyibesi insanın
imanını ve müslümanlığını tesis eden iki cümlei şerifedir.
İslâmın etemmi Lâilâhe illallah, mütemmimi de Muhammedu’r
rasûlullah’tır.
Lâ ilâhe illâllah ikrârı vahdet, Muhammedu’rrasûlullah tasdîki
risâlettir. Bu iki mübarek kelimeyi bir kimse hulûsi kalb ile yâd
edince küfür zulmetini atarak İslâm nûru ile dârı selâmete vâsıl olur.
Allah tek Muhammed hak meâli şerifini bilerek inanınca derûnundaki
şirk ve diğer emrâzı bâtıniyeyi de siler temizler. Bu iki mübarek
cümle birbirini tamamlar. İkisi de onikişer harflidir. Harflerinin müsâvî
oluşunda derin mana ve sırlar vardır.
Sözlerin en doğrusu ve hakk olanı “Lâ ilâhe illâllah” “Allah’tan
başka ilah yoktur” sözüdür. Ezelî ve ebedî olan, gerçek ve mutlak
Hakktır. Sıddıklar ise, ondan başka hiçbir şeyi görmezler. Bunun için
onun varlığına ve kudretine onu şahid ve delil gösterirler. Mutlak
Hakk kendi zâtı ile var olan hakîkî mevcuttur. O da Allah’tır.
Ariflerin sözü de sohbeti de ibadet ve tevhiddir. Marifetullaha
ermiş ariflerin makamı bildim, buldum, oldum demek değildir. Bu
makama erenlerden taşıp dökülen sözler ve cevherler ise, tasavvuftur.
Her işde usûl vuslâtın miftahıdır. Vasıl olamayış usûlü bilmeyiştendir.
Yani vusûlsüzlük usûlsüzlüktendir.
Hakk ehli olan usûlü vaaz eder, gâyeyi gösterir. Hakk aşığı ise
evvelâ usûlü bulur sonra gâyeye ulaşır.
İslâm Kur’ânı Kerîm’e tâbi olmak, sünneti seniyye’ye ittibâ etmektir.
Saadet asrını hâliyle, kâliyle yaşamaktır. Hakîkî müslümanlık
da budur.
Evliyâullah Hazerâtının akvâli nebevî, efâli melekî, ahlâkı ilâhîdir.
Tasavvuf, sofunun sofu değil, sefâsıdır. Kesret âleminde vahdet
müşahede eden urâfâyı muhakkıkîn o sermedi, zevki söze sığdırmak,
tarif etmek için husûsî bir lisan ile konuşmuşlardır ki onun
adına tasavvuf denir.
İnsan evvelâ şunu iyi bilmelidir ki: Turûkı aliyyenin kâffesine
Cenâbı Hakk’ın emrü fermanı, vahyi ilâhîsiyle sülûk edilmiştir.
Tarikatın lüzum ve vücûbû âyeti kerîmeler ve hadîsi şeriflerle
sabittir.
Cenâbı Hakk şöyle buyuruyor:
لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا
“… Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik…” 33 Mâide Sûresi, Âyet 48
Fahreddin Râzî, Ebussuud, Hâzin ve Âlusî hazretlerinin tefsirlerinden
beyan üzere şir’adan murad şeriat, minhacdan maksatsa
nurlu bir yol olup o da tarikattır.
Evliyâullah hazerâtına göre Kur’an ve Sünnet, nurlu yolun başlangıcı,
“Tarîkat” da bu yolun devamıdır.
Evâmiri ilâhiyeyi ihtivâ eden hüküm ve rükunlere şeriat denir.
Evâmiri ilâhiye ise Kur’an ve Sünnettir. Kur’an ve Sünnetin emirlerini
icra edenlere de şeriatcı denir.
Mefhârı kâinat Rasûlü ekrem sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz
buyurdular: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sarıldığınız müddetçe
yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlar Allah (c.c)’nun kitabı Kur’anı
Kerîm ve benim sünneti seniyyemdir.” 44 Hadis Ebû Davud
Kur’anı Kerîm’in emir ve hükümleri de üç bölümde mütaalâ
edilir:
1‐ Ahlâk ve ibâdete ait hükümler
2‐ Muamelâta ait hükümler
3‐ Ukûbâta ait hükümler
Sünnet ise, peygamberimizin müminlere örnek hayatıdır. Sünnet
kavlî, fiilî ve takrirî olmak üzere üç kısma ayrılır. Hz. Peygamber’in
tebliğ, dâvet ve irşad usûlünü temsil eden mânevî hayatı “hâl” adıyla
anılmıştır. “Hâl”in ise, kâl yani sözle anlatılması mümkün değildir.
Nitekim Hz. Peygamberin sözleri, fiilleri ve takrirleri dışında bir de
hâlleri vardır. O’nun söz, fiil ve takrirleri hadis ve siyer kaynakları
tarafından tespit edilip kayda geçirildiği halde hâlleri ancak halakai
sohbetinde bulunan ashâbı kirâm tarafından yaşanarak, teselsülen
in’ikas yoluyla nesiller boyu devam edegelmiştir.
Dînî ilimlerden kıraat ilmi de uygulamalı bir ilimdir. Tecvid ve
kıraat bilgileri her ne kadar kitaplarda yazılı ise de onların anlaşılıp
uygulanması bir “femi muhsîn” tabir edilen ehliyetli ağzın icrâ ve
ifâ suretiyle tâlimine bağlıdır. Bu yüzden kıraat ilmi üstaddan öğrenilir.
“Hâl” ilmi olan tasavvuf da sadece kitap mütalaasıyla elde edilemez.
Ancak bir üstad ve mürşidi kâmilden öğrenilir.
Cenâbı Hakk peygamberimiz hakkında şöyle buyuruyor:
يمٍ وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ
“Ve muhakkak sen yüce bir ahlâk üzeresin.”55 Kalem Sûresi, Âyet 4
Peygamber efendimiz aleyhisselâti vesselâm ise: “Ben ancak
mekârimi ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”6 buyurur. 6 Hadis, Buhârî
Kur’anı Kerîm ilâhî nizâmın hayata hâkim olması için, insanlık
âlemine surûr ve hidâyet bahşeden bir Kitabı Rahmânîdir. Kur’an;
sadece bir devletin veya devletlerin değil, dünya ve âhiretin saadet
menbaıdır.
Allah (c.c) ile kulları arasında nisbet ve münâsebet tesisi için,
Kur’an inzâl buyurulmuştur. Kullarına hulûl ve ittihâdden münezzeh
olan Allah (c.c) birer fermân‐ı ilâhî olan kitaplar ile beşere hitâp
etmiştir. O öyle bir furkânı ilâhîdir ki, mahbûba nâmei rabbânî,
mahlûkı müdrike bir fermânı sübhânî, müminlere feyyâzı nurânî,
âsiü’l usâd ümmete de irşâdı ilâhîdir.
Kur’anı Kerîm hem lafzı hem de mânasıyla Allah (c.c) tarafından
vahiy olunduğu için ona vahyi metlûv (okunan vahy) denilmiştir.
Sünneti seniyye Peygamber aleyhisselâti vesselâm efendimizin
Allah’ın emirlerine uygun hareket etmek maksadıyla seçip yaşadığı
hayat nizamı, gittiği yol, söylediği sözler, işlediği işler, uygun gördüğü
veya terkettirdiği amellerdir.
Cenâbı Hakk şöyle buyurmuştur:
۪ى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ _ قُلْ اِنْ آُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون
۪يمٌ _ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح
“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allahʹı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da
sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”
77 Âli İmran Sûresi, Âyet 31
Allahu Teâlâ Kur’anı Kerîmde şöyle buyurmuştur:
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ
“Kim Rasûle itaat ederse Allaha itaat etmiş olur…” 88 Nisa Sûresi, Âyet 80
Allahu Teâlâ Rasûlüne itaatı kendisine yapılan itaata bağladı. Bu
sevgi ve hürmeti birbirinden ayırmamak lazımdır.
Cenâbı Hakk şöyle buyuruyor:
۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُولِى _ ۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط _ ۪ينَ اٰمَنُوا اَط _ يَا اَيُّهَا الَّذ
۪ى شَیْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ _ الْاَمْرِ مِنْكُمْ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف
۪يلًا _ اِنْ آُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَاْو
“Ey îman edenler! Allaha itaat edin. Peygambere ve sizden olan
ulül’emre de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allaha ve
ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allaha ve Rasûlüne döndürün; bu hem
hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” 99 Nisa Sûresi, Âyet 59
Sünnet herhangi bir müslümanın kendisinden müstağni kalamayacağı
bir kaynaktır. İslâm ahkâmının anlaşılması sünnete bağlıdır.
Hadis ise, sünnetin esâsı ve temelidir. Hadisi Kudsî de sünnetin
kavlî olanına dâhildir.
Hadisi Kutsî Peygamberimiz aleyhisselâti vesselâma rüyâ veya
ilham tarikiyle Cebrâil aleyhisselâmın getirdikleridir. Peygamber
aleyhisselâti vesselâm efendimizin Aziz ve Celil olan Allah (c.c)’na
isnad ederek söylediği sözlerdir ki; mânâ ilham tarikiyle Allah
(c.c)’dan olup lafzı ise kendisindendir.
Cenâbı Allah şöyle buyuruyor:
وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوٰى ∗ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰى
“O, arzusuna göre konuşmaz. O vahyedilenden başkası değildir.” 1010 Necm Sûresi, Âyet 3-4
Sünnet ise vahyin bir çeşit sözden çıkarılan manası olduğundan
dolayı vahiydir. Fakat lafz olan vahiy vasfına sahip değildir. Bu
sebebten ona vahyi gayri metlûv (okunmayan vahiy) denilmiştir.
Her peygamberin bir şeriat ve sünneti olduğu gibi mürşidi kâmilin
de sulûk ettiği bir tarîkatı vardır.
“Ettarîkatü ve’lhakîkatı hâdimânı şeriah” Tarîkat ve hakîkat şeriatın
hâdimidir.
Cenâbı Hakk şöyle buyuruyor:
۪يرًا _ ۪ينَ اٰمَنُوا اذْآُرُوا اللّٰهَ ذِآْرًا آَث _ يَا اَيُّهَا الَّذ
“Ey inananlar! Allah’ı çok zikredin.” 1111 Ahzab Sûresi, Âyet 41
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
۪يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ _ ۪ى نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخ _ وَاذْآُرْ رَبَّكَ ف
ينَ _ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪
“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah
akşam Rabbini zikret. Gafillerden olma.”1212 A’râf Sûresi, Âyet 205
Peygamber Efendimiz hazretleri: “Cenâbı Hakk kalbime ne
vahyetmişse onu olduğu gibi Ebu Bekir Sıddîkın sadrına ilkâ eyledim.”
13 buyurmuşlardır. 13 İmâm‐ı Rabbânî Mektûbât
Cenâbı Hakk bu emri ilâhîyi Hz. Cibril vasıtasıyla Efendimiz
Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem’e tebliğ edince lisânen olsun,
kalben olsun zikri şerifin icrasına hemen başlamışlardır. Aynı
zamanda zikri kalbîyi sıddıkı azam hazretlerine de emir ve telkin
buyurmuşlar; bil cümle ashabı kirâma da tebliğ etmek için onu vekil
tayin etmişlerdir.
Bayezidi Bistâmî’nin zamanına gelinceye kadar bu yüce tarîkata
Sıddîkıye tarîkatı denirdi. Şahı Nakşibendî efendimize gelince
Nakşibendiye tarîkatı denilmiştir.
Kezâlik peygamberi zîşân efendimiz lisanen olan zikri cehrîyi
de Hz. Ali efendimize tâlim ettirmiş ve diğer ashâbı güzîne de tebliğ
hususunda onu vekil buyurmuşlardır. Bu itibarla zikir ikiye ayrılmış
olup, birincisi Ebu Bekir Sıddık’a, ikincisi de Hz. Ali’ye nisbet edilmiştir.
Bu her iki yüce silsile İmâmı Caferi Sâdık, Hasanı Basrî, Mâruf
ı Kerhî, Abdulkadir Geylânî (k.s.) gibi muhterem efendilerimizden
teselsülen ve tevâtüren zamanımıza kadar gelmiştir.
Sünneti seniyyeyi Muhammediye’ye ittibâ hususunda diğer
ashâbı kirâm dahi Hz. Ebu Bekir Sıddîk ve Hz. Ali efendimizden
ahzı telâkkî ettikleri hafî ve cehrî zikirleri alelumum icra buyurmuşlardır.
Müride zikri hafî telkin edilirken nisbeti bâtınıyye hakkında şu
söylenmelidir. Lafzai Celâlin hafî zikri, nefyü isbat ve murâkabeden
kalbde zuhur edecek huzur müsâvidir. Bunlar ise hiçbir sahabeye nasip
olmayıp ancak Hz. Sıddıkı âzam’a mahsus kılınmış bir ikramı
ilâhidir. Sıddıki âzam bunu Rasûlullah’dan teveccüh tarikıyle
bâtınen ahz eylemiştir.
Muhabbet, zikri kalbî ve murakabe sahabei kirâm hazerâtının
delilidir. Müridin kalbine ilkayı zikir, huzur ve cezbe ise sâdâtı
Nakşibendiyyenin delilidir.
Cenâbı Hakk şöyle buyuruyor:
يبُوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَاْتِيَكُمُ _ وَاَن
الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
“Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O’na teslim olun,
sonra size yardım edilmez.”14
14 Zümer Sûresi, Âyet 54
Bilesin ki bu âyette zikredilen inâbe rücû demektir. Hakk
Teâlânın kavli şerîfiyle sabit ve vaciptir.
1‐ İnâbe küfürden imana dönmek
2‐ İsyan ve nisyandan istiğfâra dönmek
3‐ Masiyet ve günahlardan temizlenip Hakk’a dönmek
4‐ Gafletten Allahu Teâlâ’nın zikrine dönmek
5‐ İnâbe müracaat manasınadır. Meşayihden inâbe almak yahut
meşayiha intisab etmektir.
Cenâbı Hakk şöyle buyuruyor:
۪ى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ _ قُلْ اِنْ آُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون
۪يمٌ _ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah’da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” 1515 Âl‐i İmrân Sûresi, Âyet 31
Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem buyurdular:
“Sizler imanlarınızı tazeleyiniz.” Ashabı kirâm dediler ki: “İmanımızı
nasıl tazeleriz ey Allahın Rasûlü? Buyurdu ki: “Lâ ilâhe illallah”
ı çok söyleyiniz.” 1616 Etterğib vetterhib
Yine Peygamber efendimiz kelimei tevhid imanın esasını teşkil
ettiği için “zikirlerin ekmeli” ve Cenâbı Hakk’ı hamdetme, Allah’ın
nimetlerini çoğaltmaya vesile olduğu için “Duaların efdâlidir”17 buyurmuştur. 17 Hadis İbni Mâce
Şunu da arz ve beyan edelim ki: Tarîkatlardan bir tarîkatı
aliyyeye intisab edenler hakkında yanlış bir yola sapmışlar diye per
vasızca dil uzatıp sûi zanda bulunmak ne büyük bir cüret ve ne büyük
bir cehalettir.
Çünkü bunlar “Allah Allah” diye yâ nâmı akdesi ilâhîyi yahut
“Lâ ilâhe illallah” diyerek kalben ve ceseden kelimei tayyibei tevhidi
söylüyorlar. Tevbe ve istiğfar ediyorlar. Allah’ın zikri ile vakitlerini
geçiriyorlar. Beş vakit namazlarını kemâli edeple huzur ve huşû
içerisinde cemaatle edâ ediyorlar. Böyle hayırlı amellerde hayırlı işlerde,
razı olunan vazifelerde bulunmak şer’an, aklen, örfen ve
hikmeten kabahat midir? Bu hallerin hangisi hilâfı şer’i şerîftir.
Bunların hangisi yanlıştır? Öyleyse turûkı evliyaullahı inkâra teşebbüs
etmek neûzubillâhi Teâlâ sûi hâtimeyi mûcip olur. Siz vazifei
ubûdiyetinize ve taatinize müdavim iken “Lâimin levminden
(kınayanın kınamasından) korkmayın”
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَائِمٍ
“…onlar hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar…” 18 âyeti celîlesi18 Mâide Sûresi, Âyet 54
mûcibince asla fütur getirmeyerek yolunuza devam ediniz.
Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Her şey için bir anahtar vardır. Cennetin anahtarı ise fukara ve
mesâkîni sevmektir.”1919 Hadis Deylemi müsnet
Hubbı dervişân kilidi cennetest
Düşmanı îşân sezâi lânetest
Yani dervişlere meyil ve muhabbet cennetin anahtarıdır. Onlara
düşmanlık ise lânete müstehaktır.
Avf İbnu Mâlik radiyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah sallallâhu
aleyhi vesellem buyurdular ki: “Yahudiler yetmiş bir fırkaya bölündüler,
onlardan sadece bir fırka cennetliktir, yetmiş fırka cehennemliktir.
Hıristiyanlar ise yetmiş iki fırkaya bölündüler. Bunlardan da
yetmiş bir fırka cehennemliktir, sadece biri cennetliktir. Muhammed
in nefsi elinde olan Zâtı Zülcelâle yemin olsun! Benim ümmetim
yetmiş üç fırkaya bölünecek, bunlardan biri cennetlik, yetmiş ikisi cehennemliktir.”
“Ey Allahın Rasûlü! Cennetlikler kimlerdir?” diye sorulmuştu.
“Onlar, benim ve ashabımın yolunda olanlardır; oda
sevâdı a’zamdır”20 buyurdular. 20 Hadis Buhârî, Müslim
Bu hadîsi şerifte belirtilen fırkai nâciye cenâbı risâletpenah
efendimiz hazretleriyle ashâbı kirâmın yolunda sülûk eden şahı
râhı şeriat ve sünnete tâbi olan ümmetlerdir.
Şeyh Tacüddin El Nakşibendî Hazretleri Nâciyei Kübrâ adlı eserinde
buyurmuşlardır ki: “ Ey ihvânı dîn iyi biliniz ki şeyhin hukuku
edebe riâyet etmekle kolaylaşır. Tarikat şeyhlerine muhabbet etmek
onların manevî kemâlatının büyüklüğüne delâlet eder. İlmi ledünne
mazhar olmuş o şeyhi kâmile tâzim ve hürmet göstermek müridin
edep ve teslimiyetindendir. Çünkü insanı kâmil mir’âtı Hakk’tır.
Peygamberi Zîşân sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz buyurmuşlardır
ki: “Mümini kâmilin firâsetinden hazer ediniz (sakınınız),
zira kalbindeki nûrı ilâhî ile esrarınızı keşfeder.”2121 Hadis Tirmizî
Her kim kâmil velinin ruhaniyetine basiret gözüyle bakarsa onda
Cenâbı Hakk’ın tecellisini görür, sıfatının zuhûrunu idrak eder. Râbıta
sebebiyle şeyhi kâmilden sâlikler feyz alır. Velinin velâyetinde
kesbî ilim şart değildir; veli ümmî de olabilir. Sâlikler râbıta ve muhabbetle,
şeyhin teveccühüyle maksûdlarına vâsıl olurlar.
Babalık nisbeti ikidir. Biri ceset babası diğeri ise ruh babasıdır.
Şeyh için babalık nisbeti vardır. Ceset babası evladını âlemi
illiyyînden dârı dünyaya gelmesine sebeptir. Ama ruh babası ise,
evladı manevîsini dârı dünyadan âlemi ulvîye yükselmesine vesiledir.
Evliyaullah hazerâtı nazarında manevî babalık nisbeti zâhirî babalıktan
daha üstün ve evlâdır.
Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem hazretleri buyurdular
ki: “Allah katında insanların mükerrem ve muhteremi
takvâ ve tâatı çok olan kimsedir.”2222 Hadis Buhârî
Cenâbı Hakk bu hususta :
يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاآُمْ مِنْ ذَآَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاآُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ
۪يرٌ _ ۪يمٌ خَب _ لِتَعَارَفُوا اِنَّ اَآْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْ اِنَّ اللّٰهَ عَل
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle
tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah
yanında en değerli olanınız, Ondan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah
bilendir, her şeyden haberdardır.”2323 Hucurat Sûresi, Âyet 13
Yine Cenâbı Hakk:
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ
وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin
ve Allahtan korkun ki felaha eresiniz.”2424 Hucurat Sûresi, Âyet 10
İslâm’da karâbet (akrabalık) üç şekilde tahakkuk eder.
1‐ Din karâbeti
2‐ Kan karâbeti
3‐ Sıhriyyet karâbeti
Kan karabeti baba tarafına taalluk eder. Sıhriyyet karabeti ise, aile
tarafına taalluk eder. Eğer iki tarafta dinen bağlılık yoksa bunların
her ikisi de izâfîdir, kabire kadardır, kabirden öteye gidemez. Amma
din karabetine gelince; iman kardeşliğidir; ulvîdir, kutsîdir, melekîdir,
imânî ve İslâmîdir. Hayatta, mematta, haşirde ve neşirde daimîdir.
Din karabeti yani dinen akrabalık diğer iki akrabalığın fevkindedir.
Kan karabeti ve sıhriyyet karabetiyle yakın olan kişiler birbirlerine
din karabetiyle de bağlıysa nûrun alâ nurdur.
Cenâbı Hakk sâdıklarla beraber olmayı şu emri ilâhîsiyle ferman
buyurur:
۪ينَ _ ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَآُونُوا مَعَ الصَّادِق _ يَا اَيُّهَا الَّذ
“Ey iman edenler ! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.”2525 Tevbe Sûresi, Âyet 119
Peygamberi Zîşân sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz ise: “Allah
için salihleri sevmek ve Allah için fasıklara buğz etmek farzdır.”2626 Buhari İman
buyurur.
Kur’anı Kerîm; sâdık bir dosttan mahrum kalmanın hüzün ve
hüsranını da şu âyeti kerîmede ne kadar açık olarak beyan buyurur:
۪يمٍ _ ۪يقٍ حَم _ ۪ينَ ⎯ وَلَا صَد _ فَمَا لَنَا مِنْ شَافِع
“Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var. Ne de yakın bir dostumuz” 2727 Şuarâ Sûresi, Âyet 100‐101
Allah için sâdık bir dost kazanmak hem dünya, hem de ahiret için
mühim ve elzemdir. Tefsirlerin beyanına göre kıyamet gününde
hasenesi ve seyyiesi eşit (müsâvî) olan bir mümin huzûrı ilâhîye celb
edilir. Allah (c.c): “Kulum bir hasene getir de seni cennetime koyayım,”
buyurur. Kul da kederli bir halde anasına, babasına, kardeşlerine
gider ve halini arzeder. Her kime gittiyse; “bugün feze’ulekber
günüdür, benim de bir haseneye ihtiyacım var, ne olacağım belli değil”
der ve vermezler.
Bir haseneye ihtiyacı olan kul kederli bir halde huzûrı ilâhîye
celbedilir. Allah (c.c) bildiği halde sorar: “Ne oldu kulum, bir hasene
vermediler mi ?” Kul da “vermediler yâ Rabbena” der. O zaman; “Ey
kulum benim için dünyada sâdık bir dost kazanmadın mı, ona git”
buyurur. Kul da “senin için sâdık bir dostum vardı ya Rabbenâ” der.
Bir haseneye ihtiyacı olan kul gider, dünyada iken Allah için dost olduğu
kardeşini mahşerde bulur ve hâlini arzeder. O da, “ey kardeşim
bugün benim de ne olacağım belli değil, madem ki sen bir
haseneyle kurtulacaksın verdim, tek sen kurtul” der.
Haseneyi aldıktan sonra Allah (c.c) kulunu tekrar huzûrı
ilâhîyesine celb eder. Bildiği halde sorar, “Ne oldu ey kulum ?” o da
mesrur bir halde, “ya Rabbenâ ! Kardeşim bana merhamet etti de bir
hasene verdi” der. Cenâbı Hakk Celle ve Âlâ hazretleri “Bugün
feze’ulekber günüdür, kul olduğu halde o sana merhamet edip acıyor,
ben erhamerrâhimîn olan Allahu azîmuşşanım, seni de onu da
affettim, girin cennetime” buyurur.
Musannif Rahimehullah buyurdu ki: “Din karabeti muhabbeti
ilâhiyye ehli indinde nübüvveti zahiriyyenin kurbiyetinden daha faziletlidir.
Zira ehli muhabbetin nisbeti olan Hz. Peygamber, Bilâli
Habeşî, Selmânı Fârisî, Suheyl bin Rumî’yi (r.ah) hazerâtını ehli
beytten addetti. Fakat Rasulullah’ın amcası Ebû Talib ehli beyt şerefinden
mahrum kaldı. Kan karâbeti onu Rasûlullaha yakın kılmamıştır.
Çünkü ilâhî irade imâna taalluk eden muhabbeti esas kabul
etmiştir. Sahabei kirâm hazerâtı çok şerefli üstün vasıflı hamiyyet
perver fazilet ehli insanı kâmil idiler. Onlar bu hallerini kuvvei
hasene olan Allah’ın Rasûlünden almışlardı.”
Marifeti İlahiye Tarikatı Aliye- Erenköylü Muhammed Hikmet Efendi
Malasef Yorumlar Kapalı.