Kategoriler
Tavsiye Siteler
Son Yazılar
Son yorumlar
10 yıl önce tarafından yazıldı, 254 kez okundu ve hakkında yoruma kapatıldı.

 

Gözün Zinası Harama Bakmaktır

Dinimiz, kalbî duyguların temizliğini gideren, cinsî zaafları çoğaltan ve de zinâ eğilimini arttıran bakışları, azâba uğratacağını bildirerek haram kılmıştır. Zira bütün ahlâk dışı münâsebetler, önce bakışmalarla başlar. Gülümseme, selâmlaşma ve konuşma ile gelişir. Buluşma ile sonuçlanır, sonrası felâket olabilir. Zira göz, kalbin ana girişidir. Kalp de bütün organlarımızın yönetim merkezidir. Duyu organlarımızdan, özellikle gözden kalbe şehevî duyguları uyarıcı ve azgınlaştırıcı mesajlar gelirse insan ahlâk dışı bir hayatın ve ilişkilerin arzulusu olur. Çünkü arzulu bakışlar Paeygamberimiz’in ifâdesiyle: “Şeytanın zehirli oklarından bir oktur.” (İbn Kesir, Tefsîru’l-Kar’âni’l-Azîm, 3/282) ve kalbe ekilen şehvet tohumlarıdır. Mânevî zinâdır. Nitekim Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Gözler de zinâ eder; onların zinâsı (bakılması haram olan kimselere şehvetle) bakmaktır.” (Buhârî, İsti’zân 12; Müslim, Kader 20)

(“Gözler de zinâ eder” ifâdesi, “gözün harama bakması ile gayr-ı meşrû cinsel ilişki anlamındaki zinâ arasında bir fark yoktur, ha o olmuş, ha ötekisi” şeklinde anlaşılmamalıdır. Elbette, hem dünyevî ve hem uhrevî cezâ bakımından ikisi arasında büyük bir fark vardır. “Göz zinâsı”, esas zinâya yaklaştırma açısından yasaklanmıştır. Ona izin verilmiş olsa, diğerine kapı açılmış olacaktır. “Göz zinâsı” tâbiri, gözlerin harama bakışının da çirkin olduğunu ifâde etmek için biraz mübâlağalı, korkutucu, caydırıcı ve mecâzî bir ifâdedir.)

Cinsî arzularla bakmak da bir nevi zinâ olduğu içindir ki, Hz. Peygamber, bizleri âhiret azâbı ile uyarmış ve şöyle buyurmuştur: “Nikâhlısı olmayan bir kadına şehvetle bakan kişinin Kıyâmet Gününde gözlerine erimiş kurşun dökülür.” (Kemal İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 8/98).

Şehvetle bakan gözler insan vücudunda Cehenneme açılan gedikler olduğu için Kur’ân-ı Kerim gözlerimizi korumamızı, bakışlarımızla fesâda düşmememizi emretmiştir: “Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için çok temiz bir davranıştır. Şüphesiz ki Allah, kullarının yapacaklarından hakkıyla haberdardır.” (24/Nûr, 30). Bu âyet ve izahını yapan hadisler, mü’min erkeklerin nikâh düşebilecek kadınların yüz ve eller dışındaki diğer uzuvlarına bakmalarının yasaklandığını açık olarak ortaya koymaktadır. Şehvetle bakıldığı takdirde şüphesiz yabancı kadınların ellerine ve yüzlerine bakmak da haramdır. Pek tabiîdir ki, şehevî arzuları uyandıran makyajlı yüzlere ve ellere bakmak da böyledir. Bu konuda ana İslâmî düstur şudur: Dinimizin kadınlara örtünmesini emrettiği vücut organlarına bakmak, mü’min erkeklere haramdır.

Bakışları sınırlandırıcı İlâhî ölçüler mü’minlerin kalbinde hayâ duygularını kökleştirmek için olduğundan, yalnız kadınlara bakmak haram kılınmamıştır. Erkeğin erkeğe, kadının kadına şehvetle bakması da haram kılınmıştır. Gözlerin evlenilebilecek kadınlara şehvetle bakmaktan korunması ve bakışların yönlendirilmesi husûsunda Yüce Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bir bakıştan sonra tekrar bakma. Zira birinci bakış (kaçınılması mümkün olamayacağından) senin için helâl ise de ikinci bakış (irâdeyi kullanarak ve arzu duyarak olacağından) senin için helâl değildir.” (Tirmizî, Edeb 28, h. no: 2778; Ebû Dâvud, Nikâh 44, h. no: 2149). Peygamberimiz, refâkatinde bulunan ve kadınlara bakan amcası oğlu Fazl’ın bakışlarını elini siper ederek engellemiş; kadınlara arzuyla bakmanın haram olduğunu fiilî sünnetiyle de gösterip bildirmiştir (S. Buhârî, Tecrîd-i Sarih Terc. ve Şerhi, 10/436).

Müslüman toplum, bugünkü câhiliye hayatının çirkefliklerinin hemen hiçbirine yer vermeyen bir yapıda olsa da; çarşısında, caddelerinde kadın görülmeyen toplum demek değildir. Bu itibarla harama bakmayı yasaklayan ölçü, yalnız erkekleri değil, kadınları da içine almaktadır: “Mü’min hanımlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar…” (24/Nûr, 31). Açıkça anlaşıldığı gibi, kadınların karşı cinse arzulu bakışlarla bakmaları da haramdır. Bu nedenle mü’min kadınların erkeklerden kendilerini sakınmaları gerekir.

Yüce Peygamberimiz, zevceleri Ümmü Seleme ve Meymûne vâlidelerimizle oturuyorlarken ashâb-ı kirâmdan görme özürlü Abdullah ibn Ümm-i Mektûm çıkagelince Peygamberimiz eşlerine: “Bu zâttan korunun, ona karşı örtünün” buyurdu. Ümmü Seleme annemiz de: “Yâ Rasûlallah! Bu zât a’mâ değil midir? O bizi görmez, tanımaz ki (ondan sakınalım)!” deyiverdi. Bu söz üzerine Peygamberimiz mü’min kadınlara ölçü olan şu cevabı verdiler: “Evet (o a’mâdır, görmüyor), ama siz de mi a’mâsınız? Siz de mi onu görmüyorsunuz? (Gözlerinizi koruyun ve tesettüre uyun).” (Ebû Dâvud, Libas 37, hadis no: 4112; İbn Kesir, Tefsîr, 3/283)

Kur’an ve Sünnet yasalarından açıkça öğrenilmektedir ki, mü’min kadınlar da gözlerini koruyacaktır. Zira arzuyla, şehvetle bakan kadına erkeğin bütün vücudu haramdır. Burada şu husûsu açıklamakta fayda vardır: Kadınlarımız için de cinsî duyguları kamçılayan şartların hâkim olduğu yaşadığımız toplumda mü’min erkeklerin kadınların arzulu bakışlarını çekecek şekilde; vücut organlarını belirtici giysi giyinmeleri de câiz değildir (Yusuf el-Kardavî, İslâm’da Helâl ve Haram).

Kalpleri hançerleyen, ihlâs nûrunu söndüren, şehvetli bakışlardır. Devrimiz câhiliyye hayatında gerek erkekler ve gerekse kadınlar için gözleri haramdan sakındırmak oldukça güçleşmiştir. Zira Rabbimizin örtünme emrine itaat etmeyen kadın ve erkeklerin yanı sıra, göze hitap eden ve özellikle gençlerde cinsî arzuları azgınlaştıran, hayâ duygularını yaralayan filmler, şehvet saçan resimli ve resimsiz romanlar, hikâyeler, duvar takvimlerinden her türlü ticaret malına kadar yayılan müstehcen resimli reklâmlar, ilânlar, her gün yüzbinlerce basılan ahlâk dışı gazete ve dergiler göz ve kalp fesâdına sebep teşkil eden ahlâk katili araçlar haline gelmiştir. Bütün bunlar arasında yıkıcılığı tarif edilemez boyutlara ulaşan gazete ve dergilerle televizyon özel bir yer işgal etmektedir.

Gözlerimizi, kadın vücudunda mahrem nokta kabul etmeyen giysilere bürülü dişilere karşı korumakla mükellef olduğumuz kadar, hayâ duygularını çatlatan resimlerle, haberler ve yazılarla dolu gazete ve dergilerden de korumakla mükellefiz. Hele hele televizyon, sakınmamız gereken bir ateş çağlayanı olmuştur. Bitmez tükenmez, ar-hayâ tanımaz dizi filmleri ve eğlence programlarıyla insanımızın hayatına giren televizyon, İslâmî inançları, ahlâkî değerleri, İslâmî gelenekleri yakıp eritmektedir. Bizzat kendisine değil de, devrimizdeki kullanım tarzına karşı çıktığımız televizyona ve özellikle inancımıza ve ahlâkımıza zarar verici programlarına direnç göstermeyen, gözlerini ekrandan koruyamayan fertlerin ve âilelerin müslümanca bir hayat sürmelerinin mümkün olmadığını üzülerek ifâde etmek isteriz.

Başta televizyon programları ve vücut organlarını teşhir eden kadınlar olmak üzere gözlerimizi korumamız gereken şeyler hiç de az değildir. Peygamberimiz bir müjdeli hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Gözleri bir kadının güzelliklerine takılan, fakat hemen bakışlarını koruma altına alan her bir müslümana, Allah, tatlılığını kallbinde duyacağı bir ibâdet yaptırır.” (İbn Kesir, Tefsîr, 3/282)

Gözlerimizi, eşlerimiz ve çocuklarımızın gözlerini korumak Rabbimizin emridir. Bu sebeple ibâdettir ve âhiret saâdetimize sebeptir. Aldığımız ve aldırdığımız ahlâk dışı gazeteler ve dergilerle, sinema ve televizyonda izlediğimiz ve izlettirdiğimiz programlarla haramlara gözlerimizi açarsak sonuçta göreceğimiz, ancak İlâhî azap olacaktır. Haram bakışlardan gözlerini korumayanın cezâsı, suç cinsinden olacak, cehennemden kurtulsa bile cemâlullah’ı gözleriyle seyretme zevkinden mahrum kalacaktır. Haramlara bakarsak ve zevcelerimizin, kız çocuklarımızın şehvetli bakışlara muhâtap olacak giysiler içinde toplum içine çıkmalarına râzı olursak, azâp görmeksizin Cennete giremeyiz. “(Kıyâmet Günü’nde) Bütün gözler ağlayacaktır. Ancak, Allah yolunda uyanık kalan gözler, Allah’ın azâbına uğramak korkusuyla sinek başı kadar yaş akıtan gözler ve bir de Allah’ın haram kıldıklarına bakmaktan korunan gözler ağlamayacaktır.” (İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Y. 10/227; Câmiu’s-Sağîr, I/94; İbn Kesir, Tefsîr, 3/282) (A. Rıza Demircan, İslâm Nizamı, III/111-116)

Üzülerek görmekteyiz ki, artık günümüzde edep ve terbiye, utanma ve sakınma, nâmus ve mahremiyet gibi çok önemli konulardaki hassâsiyet, son derece azalmıştır. Çarşı ve pazarlarda, moda deyimle kamusal alanlarda gencecik kızlar, dekolte kıyâfetlerle yarı giyinik halde, şehveti galeyâna getirecek bir görünümde, rahatça gezebilmekteler. Ne kadar erkeği kendine baktırıyorsa, o kadar kahraman görüyor kendini; görevini yapmış bir şeytan edâsıyla. Mantık da şeytana pabuç bıraktıracak cinsten: “Vücut benim değil mi, istediğim gibi giyinirim. Zevk ve özgürlük meselesi. Hem demokrasi var. İstemeyen bakmasın canım!”

Ayrıca, her yolu mubah sayıp ahlâksızlık meydanında at oynatan, ahlâksız kadınları ücret karşılığında satan şehvet tüccarı pezevenk ve deyyuslar veya zinâyı sanat edinip geçim vâsıtası olarak kullanan fâhişeler… Bununla birlikte, cinsel konuları işleyen ve bu konuda değişik fantezilelere yer veren kitaplar, açık-saçık resimleri neşreden gazete ve dergiler, kanalizasyon çukurundan farksız kanalların televole, yarışma, müzik-eğlence programları, şehveti gıdıklayan ve fuhşa teşvik edici mâhiyetteki dans, bale ve benzeri oyunlar… Nikâhsız beraberlikler, cinsel sapmalar, eşine ihânet etmeler ve daha neler…

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insanın şehevî arzularını kontrol etmesi, nefsini zaptederek disiplin altına alması, gerçekten çok zorlaşmıştır. Öyle ki, önceleri bir fazilet olarak telâkki edilen iffet ve nâmus kavramı neredeyse alay konusu olmuştur. Evlilik öncesi cinsel ilişki, bazı çevrelerce normal karşılanmaktadır. Hatta bu, âdet haline getirilerek bekâretin bir kıymeti bulunmadığı bazı yazar taslakları tarafından yazılıp çizilebilmektedir. Fâhişe kadınların, travestilerin, yol kenarında para karşılığı kendilerini pazarlamaları sıkça rastlanan normal olaylar haline gelmiştir. Arap câhiliyye döneminde, belli olsun diye kapılarına bayrak asan fâhişelerin izinden giden çağdaş fâhişeler, girişlerde bekçi ve polis savunması, yani devlet himâyesi ve korumasıyla, yine kapılarında bayraklar olan kamusal alanlarda sanatlarını(!) icrâ edebiliyorlar. Genelev patronları, senelerce vergi rekortmeni oluyor. “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” denilerek, bu meslek de böylece kutsallaştırılmış oluyor. Sadece eski bâtıl dinlerin tarihteki unvânı değil, kutsal fâhişelik. Şirk ve haram cephesinde yeni bir şey yok; eski câhiliyye herşeyiyle modern kimlikle sanatını(!) icrâ ediyor.

Dalâlet/sapıklık ne kadar yaygın hale gelirse gelsin, müslümanı bağlayan şey “zaman ve zemin”, “düzen ve çevre” değil, Rabbinin hükümleridir, Peygamberinin tavsiyeleridir. Müslümanın ölçüsü Kur’an ve Sünnettir. Özellikle gençler, bu ölçü üzere hareket ederse, geçici zevklerin peşinden koşmak yerine, ebedî zevklerin tâlibi olursa, hayatları bir anlam kazanacaktır. Bu sâyede müslümanın iffet ve nâmusuyla, haysiyet ve şerefiyle, huzur ve saâdet içerisinde yaşaması mümkün olur.

Günümüzde müslüman gençler için en büyük tehlikelerden biri, zinâya düşme riskidir. Zira ortam buna çok müsâittir. Bu sebeple bu tehlikeden kurtulmanın en güzel yolu ve çaresi de, bu ortamları terk etmek ve zinâya götüren yollara girmemektir. Zâten Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de “Zinâya yaklaşmayın. Zira o bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur” (17/İsrâ, 32) buyuruyor. Âyet, “zinâ yapmayın” demiyor da, “zinâya yaklaşmayın!” buyuruyor. Öyle ya, şartlar oluştuktan sonra, bütün yasaklar, engeller aşılıp bir kadın ve bir erkek, kimsenin olmadığı uygun bir yerde, baş başa kalınca, elbette ki, zinâdan kaçabilmek, bu azgın nefse (hevâya) söz geçirebilmek çok zor olacaktır. Herkes Yusuf (a.s.) değil ki… Nitekim Yusuf (a.s.) bile Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla zinâdan kurtulmuştur. Kur’an’da bu durum şöyle anlatılıyor: “Andolsun ki kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin burhânını görmeseydi o da kadına meyledecekti.” (12/Yusuf, 24). İş buraya kadar geldikten, zinâya yaklaştırıcı haramlara meylettikten sonra, zinâ kaçınılmaz olur. Bu sebeple İslâm’da zinâdan önce, zinâya götüren yollar haram kılınmıştır.

“Mü’min erkeklere söyle; gözlerini (haram bakışlardan) sakınsınlar. Mü’min kadınlara da de ki; (helâl olmayan bakışlardan) gözlerini sakınsınlar. İffet ve nâmuslarını korusunlar.” (24/Nûr, 30-31).

İslâm, işe harama bakmayı yasaklamaktan başlıyor. Erkek olsun, kadın olsun gözleri haram bakışlardan sakındırıyor. Hiç kimse “göz benim değil mi canım!? İster bakarım, ister yumarım, kime ne?” diyemez. O gözü ve diğer organları bizlere emânet olarak veren Allah, bu emânetleri kendi arzumuz (hevâmız) doğrultusunda değil; O’nun rızâsı yönünde kullanmamızı istiyor. Haram bakışlardan sakınmak, Allah için değil; bizim için gerekli olduğundan merhametli Rabbimiz bunları bizim için yasaklamıştır. Aksi davranışların hesabını soracağını da bize bildiriyor: “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalp bunların her biri, yaptığından sorumludur.” (17/İsrâ, 36)

Buhârî ve Müslim’de rivâyet edilen bir hadis-i şerifte “Gözlerin zinâsı, (harama) bakmaktır.” (Buhârî, İsti’zân 12; Müslim, Kader 20) buyurulmuştur. Harama bakmak; zinâya götüren ilk adımdır. Zinâya sebebiyet verdiği için Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bunu zinâ olarak ifâde buyurmuştur ki, bu abartılı değerlendirme ile kötülüklere giden yolun bakışlar ile adımı atılmamış olsun. Taberânî’de geçen bir hadis-i kudsîde şöyle buyurulmaktadır: “(Bakılması haram olan şeye) Bakmak, İblisin oklarından bir oktur. Kim Benim korkumdan dolayı onu terk ederse, yerine kalbinde tatlılığı duyacağı bir iman/ibâdet veririm.” (İbn Kesir, Tefsîr, 3/282).

 Demek ki, harama bakmakla, şeytanın oklarına hedef tahtası oluyor bir insan. Havalar biraz ısınmasın, nice bayan denildiğinde boyan anlayan, sayın denilince soyun anlayan, toplumda kişiliğiyle değil de dişiliğiyle görülmek isteyen kızlar, kadınlar açık yerleri kapalı yerlerinden daha çok şekilde sokağa dökülüyorlar. Sahil kenarları ve plajların daha fecî olduğunu bilmeyen yok. Üstsüzler, altsızlar, yüzsüzler, arsızlar… Kasap vitrininde dizilen koyun ve sığır butları gibi teşhircilikler… “Bütün bunlara rağmen gözü haramdan sakındırmak mümkün mü?” diyenler olacaktır. Gerçekten zor olsa da imkânsız değildir, elbette mümkündür. Zira Rabbimiz bize imkânsız bir şeyi emretmez. O zerre kadar zulmetmez, her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar (2/Bakara, 286). Eğer İlâhî bir emri yerine getirmek ya da yasaktan kaçınmak zor ise, hiç şüphesiz kazancı da o oranda fazla olacaktır. Ümmetin fesâdı zamanında sünnete sarılana (bin) şehid sevabı verilmesi de bunu gösterir. Caddelerde yürüyüş konusunda da sünnete sarılırsak, gözü korumak çok kolaylaşacaktır. Rasûlullah, ashâbın kendisine zor yetişeceği şekilde hızlı yürürdü. Sadece yürüyeceği alana, önüne bakarak yürürdü. Yürürken kafasını herhangi bir tarafa çevirmez, bir yere bakacak olursa, tümüyle o tarafa dönerek bakardı. O her vesile ile zikreder, Allah’ı hatırından çıkarmazdı. Bu şekilde yürüyerek sünnete sarılırsak, gönlümüz Allah’ı hatırlar, dilimiz Allah’ı zikreder ve Rasûlullah gibi yürür ve gereksiz yere cadde ve sokaklarda gezmeye kalkmaz isek, sorunun çoğu hallolmuş olacaktır. İş icabı bir yere gitmeye kalktığımızda yürümek için kalabalık cadde ve pazarları değil, haramların fazla olmadığı sokakları tercih edersek işimiz kolaylaşacaktır. Bütün bunların yanında elbette ki gözümüze ve gönlümüze hâkim olmaya çalışacağız, zaman zaman haramlarla imtihan olacağız, bu imtihanlarda en az bir üniversite sınavında olanın gayretini gösterirsek başarı kendiliğinden gelecektir. Allah, kendi yolunda gayret sarfeden, haramlara karşı hevâsına karşı mücâdele edenlere yardım edecektir.

İş-güç icabı çarşıya çıktığımızda, göz istemeyerek de olsa harama takılabilir, gayr-ı ihtiyârî bir haramı görebilir. Böyle bir durum için, ansızın göze takılan bakmaktan sorulduğunda, Peygamberimiz buyurdu ki: “Gözünü derhal çevir!” (Müslim, Âdâb 45, h. no: 2159; Ebû Dâvud, Nikâh 44; Tirmizî, Edeb 29); “Bakışı bakışa ekleme. Birincisi senin için (vebal yoktur, ama) ikincisi aleyhinedir.” (Tirmizî, Edeb 28, Ebû Dâvud, Nikâh 44).

Kurtubî, der ki: “Birinci bakışa mâni olmak genellikle mümkün değildir. Kişinin kendi isteğiyle olmayacağı gibi, bundan sorumlu da değildir.” Demek ki, ilk bakış gözün hakkıdır, bunda bir günah yoktur. Ama göz harama ilişir ilişmez derhal gözü ondan çevirmek gerekmektedir. “İlk bakış” demek, uzun uzun bakmak değil; ilk an demektir. Yanlışlıkla harama değer değmez gözü hemen çevirmektir. Allah’a ve âhiret gününe imanımızdan güç alarak göstereceğimiz korunma gayretiyle gözlerimize hâkim olabiliriz. Çünkü biz ihlâslı ve gayretli olursak Rabbimiz bize yardım ederek bizi güçlendirecektir. Gözden gönle yol vardır. Göz, kalbin dışa açılan penceresidir. Kedinin ciğere baktığı gibi gözü harama bakan insanın ihlâsı, takvâsı büyük çapta zarar görecektir. Göz kanalıyla gönle giren mikropların telâfisi, bu ölümcül mânevî yaraların tedâvîsi hiç de kolay olmayacaktır.

Bazıları da “güzele bakmak sevap” diyerek, utanmadan yarı çıplak bedenleri seyrediyor. Bu ifâde, haramlara bakmak için kullanılırsa, insanın imanını zedeler. Harama sevap demek insanı iman dairesinden çıkarabilir. Allah’ın yasaklayıp haram kıldığı bir şeye “güzel” ve “sevap” demek, ne çirkin bir ifâdedir! İbret almak için bir şeye bakılacaksa, gerçekten “güzel” olan, tavsiye edilen yerlere ve tavsiye edilen şekilde bakılması gerekmektedir: “(İnsanlar) Devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” (88/Ğâşiye, 17-20) (Mustafa Özşimşekler, Beyan Temmuz, 2001,A.Kalkan,Kavram Tefsiri)

 

Flört Fuhuş ve Zinaya Davetiye

Flört: Kadın-erkek arasındaki duygusal ilişkiye denilmektedir. Flört etmek, kadın ve erkeğin duygusal ilişki kurması demektir. Batı toplumlarında flört, gençlerin duygusal açıdan olgunlaşmalarını, çeşitli komplekslerinden kurtulmalarını, cinsellik konusunda bilgilenmelerini, eşlerin evlilik öncesinde birbirlerini tanıyarak bilinçli bir beraberlik oluşturmalarını sağlayacak bir tecrübe ve eğitim biçimi olarak kabul edilmiş ve hoş görülmüştü. Fakat duygusal ilişkiler, kendisine ilişkin bütün düşünce ve varsayımların iflâsını ilân edercesine büyük bir hızla fiziksel ilişkiye dönüşerek gündemden düştü. Batılı toplumlar günümüzde bir yandan, bir süre önce son derece mâsumâne ilişkiler olarak baktığı flört olayının önüne yığdığı toplumsal sorunlarla boğuşurken, bir yandan da artık duygusal ilişkinin yerini alan cinsel özgürlük gibi kavram ve olguları tartışmaya başladı.

Kadın-erkek arasında serbestçe kurulan ilişkilerin farklı bir sonuca varması mümkün değildir. Çağımızın önde gelen ruhbilimcilerinden Erich Fromm izlenerek söylenirse, karşıt cinsler arasındaki duvarın yıkılması durumunda duygusal ilişkilerin karşı konulmaz bir cinsel isteğe dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu cinsel isteğin tek amacı da birleşmektir. Bu nedenle bu tür ilişkiler düşünüldüğünün tersine sürekli değildir ve utanç, umut kırıklığı, nefret ve düşmanlıkla noktalanır. Böylesine olumsuz bir biçimde sonuçlanan ilişkiler doğal olarak birçok bireysel ve toplumsal soruna neden olur. Ruhsal bunalımlar, aileden kopmalar, kötü yollara düşmeler, çocuk denilecek yaşta ortaya çıkan gebelikler, terkedilmiş gayr-i meşrû çocuklar, intiharlar bu tür ilişkilerin Batı toplumlarının önüne yığdığı sayısız sorundan yalnızca birkaçıdır.

İslâm, yalnızca ortaya çıkan sorunlara çözümler getiren bir inanç ve hukuk sistemi değil; aksine, getirdiği kurallarla öncelikle sorunların ortaya çıkmasını önleyen bir dindir. İslâm’ın bu özelliği kadın-erkek ilişkileri alanında da kendini göstermekte, İslâm toplumlarında, Batı örneği câhilî toplumların karşı karşıya geldiği sorunların ortaya çıkmasına imkân tanımamaktadır.

İslâm, toplumun çürümesine neden olan başlıca âmillerden birisi kadın-erkek arasındaki gayr-i meşrû cinsel ilişkiyi (zinâ, fuhuş) yasaklamış, caydırıcı bir etken olarak cezâî müeyyideler getirmiştir. Fakat asıl önemlisi bireyleri bu tür fiillere götürecek bütün yolları kapatması, oluşmasını önleyici tedbirler almasıdır. Bu tedbirlerin başında karşıt cinsteki yabancı kişilerin yalnız başlarına bir arada bulunmaması kuralı gelir. Hz. Peygamber, böyle bir durumun doğuracağı tehlikeli sonuçlara dikkat çekmek üzere, Çünkü -bu takdirde- üçüncüleri şeytandır” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/227, III/339) buyurur. Diğer bir önleyici kural da tesettür ve sürekli bakış gibi uyarıcı davranışlardan kaçınma (24/Nûr, 30-31) kuralıdır. Dokunma, el sıkışma ve benzeri fizikî temas yasağı da başka bir önlemdir (el-Mavsılî, el-İhtiyarî Ta’lili’l-Muhtar, IV, 156). İslâm’ın kadın-erkek ilişkileri hakkında getirdiği hüküm ve kurallar açısından bakıldığında flörtün bütünüyle İslâm sınırlan dışında kaldığı görülür: Çünkü, biçimi, şartları ve sonuçları bakımından İslâm’ın hüküm ve kurallarına ters düşen bir ilişki biçimi olarak ortaya çıkmaktadır.

İslâm insanın cinsel yönünü görmezden gelip bu alandaki ihtiyaçlarını yok saymaz. Tersine, bu yönünün meşrû’ ve hem birey, hem de toplum için yararlı olabilecek biçimde tatminini öngörür. Evlilik kurumunun önemli varlık nedenlerinden birisi de insanın cinsel ihtiyaçlarının böyle bir yönde karşılanmasıdır. Bu nedenle İslâm’da evlilik teşvik edilmiş, olabildiğince kolaylaştırılmaya çalışılmıştır.

Etiketler:

Malasef Yorumlar Kapalı.