Şunu iyice belirtmek isterizki, sünnet hiç şüphesiz vahy mahsuludur. Hiç mümkün müdür ki, Kur’an-ı Kerim vahy olsun da, hükümlerinin beyanı ve buna göre uygulama şekli beşeri bir keyfiyete bırakılmış olsun. Böyle bir eyleme müsade edilseydi, vaz edilen hükümlerin vahy olmaktan çıkması için yeterli bir sebep olurdu ki, buda uygulama şekliyle beraber Allah’ın (c.c.) dini olmazdı. Halbuki sünnetin vahyiliğini ispatlayan bir çok deliller mevcuttur. Bunları sırasıyla görelim.
1. Kur’an-ı Kerimdeki deliller:
a) Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde: “Ey Peygamber hanımları, evinizde okunan ayetleri ve hikmeti hatırlayınız”[1][1] buyurmaktadır.
Ayet-i Kerime’den anlaşıldığına göre hikmet, ayetlerden ayrı birşeydir ve okunmaktadır. Buradaki hikmetin sünnetten başka birşey olması düşünülemez.
b) “Biz sana kitabı ve hikmeti indirdik ve bilmediklerinide öğrettik”.[2][2]
İkinci ayet-i Kerimede ise, hikmet Kur”an gibi indirilmektedir. Öyleyse sünnetin karşılığı olan bu hikmet anlaşıldığı üzere vahyedilmektedir.
c) “Ey Peygamber (s.a.v.) acele etmek için dilini hareket ettirme, onun (Kur’an) toplanması ve okunması bize aittir”. Biz sana onu okuduğumuz zaman onun kıraatına tabi ol, ondan sonra onun açıklanması yine bize aittir”[3][3]
Burada çok açık bir ifade ile Cenab-ı Hak, vahy yoluyla Kur’an-ı Hz. Peygamber’e ilka ettirdikten sonra, yine o Kur’anın açıklanmasını Peygamber vasıtasıyla ona ait olduğunu vurgulamıştıe. Böylelikle Kur’an’ın beyanı olan sünnetinde vahy yolla geldiği anlaşılmaktadır.
d) “Biz sana, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği şekilde hükmedesin diye Kitabı indirdik”[4][4].
Yine bu ayeti Kerime’de Allah (c.c.), indirmiş olduğu kitabı, Peygamber (s.a.v.)’e gösterdiği şekilde hükmede bilsin diye gönderildiğini bildirirken Kur’anı Kerim’e izafeten hüküm verme şekli Allah tarafından gösterilmesi, yine sünnetin vahyi mahsülü oluşunu gösterir.
e) “Eğer bir şeyde çekişirseniz, onu Allah’a ve Rasulu’ne havale ediniz”[5][5] demesiyle, ihtilaf ve çekişmenin bu iki vahyin dışında olduğunu ve bunun ancak vahyi mahsülü olan kaynaklarla çözüleceğini bildiriyor. Eğer sünnet vahyi olmayıp Kur’an’ın beşeri bir yorumu olsaydı, beşerin ihtilafinı çözmek için ona havale etmezdi. Bilakis Kur’an’ın vahyile yetinirdi.
2) Sünnetten deliller:
a) Resulullah (s.a.v.): “Size Allah (c.c.)’ın kitabı ve onun elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz”[6][6] sözüyle Kur’an ve sünnetin, dinin iki temel vahyi kaynağı olduğunu vurgular. Çünkü sünnetin Kur’andan sonra kendisine sarıldığında sapıtmama garantisi olarak gösterilmesi, ancak vahyi ve hidayet kaynağı olmasıyla izah edilebilinir.
b) Hz. Peygamberin, “ Haberiniz olsun, bana Kur’an ve onunla birlikte misli verildi” [7][7]demesi, sünnetin vahyi yönüyle Kur’anın mesabesinde olduğunu gösterir.
c) Evzai (öl.187) Hasan b. Atiyye’den şöyle dediğini nakleder: “Vahy, Resulullah’a (s.a.v.) inerdi. Onu tefsir eden sünneti de ona Cebrail getirirdi”[8][8].
Diğer bir rivayette ise, “Cebrail Resulullah’a (s.a.v.), aynen Kur’an-ı indirdiği gibi sünnetide indirdi ve ona Kur’an-ı öğrettiği gibi onu da öğretirdi”[9][9] gibi, Selef’ten nakledilen rivayetlerde sünnetin ne şekilde vahyedildiği belirtilmiştir. Bununla beraber Kur’an’dan ayrı olarak vahyedilen sünnetin Kur’an-ı beyan etmesi dışında, sünneti bize öğreten Hz. Peygamberin, bir beşer olarak, dünya görüşüne sahip olması gerekir. Buna ek olarak bazı beşeri hallerinin bulunması da beşer olduğunun bir göstergesidir. Bunların vahy dışında kalması gayet tabiidir. Binaenaleyh Nebevi sünnetin, nelerin vahiyden olduğu ve nelerinde vahyin dışında kaldığını bilmek için bir ayırıma gitmemiz kaçınılmazdır. Bu ayırım da şöyledir:
1. Peygamber olarak Hz.Muhammed (s.a.v.)
2. İnsan olarak Hz.Muhammed (s.a.v.)
Bu şekilde yaptığımız ayırımının delili, şu ayeti kerimede yer almaktadır: “ Ey Resulum, deki; “Ben de sizin gibi bir beşerim, ancak bana vahyolunuyor”[10][10]. Görüldüğü gibi, ayetin birinci kısmı onun insan olma yönünü, ikinci kısmı ise, kendisine vahyedilmesi hasebiyle Peygamber olma yönünü ele almaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamberin sahib olduğu bilgiyi böylelikle ikiye ayırıyoruz: Bunlarda vahye dayanan bilgiyle, yaşadığı toplumdan aldığı, tecrübeye dayanan bilgidir. Bu bağlamda vahye dayalı sünnet içerisine giren ve girmeyen sahaları görelim.
a) Vahyin içine giren sahalar:
1) Helal ve Haramlar
2) İbadetler
3) Ukubat (hadler)
4) Muamelat (akidler)
5) Ahlaki konular
6) Akideye ve gaybiyata ait konular
7) Hz. Peygamberin (s.a.v.) hususi halleri
Bu gibi sahalar veya konular Kur’an-ı Kerim’de geçmesine rağmen bunların tafsilatı ve beyan edilmesi sünnete bırakılmıştır. Ayrıca sünnet, Kur’anda geçen bu konularla ilgili müstekil hükümler getirme yetkisine sahip olmuştur.
b) Vahyin dışında kalan sahalar:
1) Yaratılışla ilgili haller. (Bunlar beşeri hallerdir. Oturup kalkma, yeme içme, nefsi ve bedeni ihtiyaçlar ve benzeri durumlar)
2) İstişareye açık konular. (Hakkında her hangi bir nas gelmemiş ve müslümanların müşaveresine bırakılmış idari ve içtimai konular)
3) Kaza-i hükümlerde hakimin tasarrufları. (yani içtihadları)
4) Dünya işleri. (Ordu tanzimi, ziraat işleri, eğitim metodları, tıbbı müdahaleler ve tedavi usülleri, yeni teknolojiden istifade etme ve tecrübeye dayanan uygulamalar)
Bunlara delil olarak, hurma ağaçlarını aşılama kıssasında “Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz”[11][11]demesiyle Hz. Peygamber, bunları vahyin dışına çıkarmıştır. Yine başka bir delilde; Bedir savaşına giderken Peygamber (s.a.v.)’in orduyu indirdiği mevkiinin vahye dayanmadığını öğrenen ve akabinde Peygamber (s.a.v.)’in; “Harp hileden ibarettir.”demesinden ve bunun kendi görüşü olduğunu beyan etttikten sonra; Hubab b. el-Münziri’nin itirazı dolayısıyla Hz. Peygamberin ordunun mevkii değiştirmeleri ”[12][12] gibi rivayetler açıkça bu gibi sahaların vahyin dışında kaldığını göstermektedir.
Ancak mezkur sahalar her ne kadar vahyin dışında kalıp, bunların tasarruf ve uygulanmasında ferd ve topluma muhayyerlik verilmişse de bazı durumlarda şer’i müdahale söz konusu olabilmektedir. Şayet mubah olan işlerden biri, vahyile ilgili bir hükümle bağlantısı olursa, şer’i hükmün gereğini uygulamak durumundayız. Örneğin; yeni teknolojinin nimetlerinden biri olan internetin faydalı ve müsbet yönlerinden istifade ederken, zararlı ve menfi yönleri bizi, şer’i bir mahzurla karşı karşıya getirebilir. Dolayısıyla bu bağlantıyı çok iyi kurmak zorundayız.
“And olsun ki, Allah mü’minlere büyük bir lütufta bulundu; zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara , kendi içlerinden, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderdi.”[1]
“And olsun, içinizden size öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız Ona ağır gelir, size düşkün, mü’minlere şefkatlidir, merhametlidir. Eğer yüz çevirirlerse de ki; “Allah bana yeter, O’ndan başka ilah yoktur. O’na dayandım, O, büyük arş’ın sahibidir.”[2]
“O münafıklardan öyleleri de vardır ki, Peygamber’i incitirler ve ; “O (her söylediğimizi dinleyen) bir kulaktır.” Derler. De ki; “(O) sizin için bir hayır kulağıdır. Allah’a iman eder, mü’minlere güvenir, sizden iman edenler için ise bir rahmettir.” Allah’ın Rasulünü incitenler yok mu, onlar için pek elemli bir azab vardır.”[3]
“(Ey Rasulüm!) Biz seni ancak alemlere bir rahmet olarak gönderdik.”[4]
“Hem (o peygamber) onlardan (Arablardan) başkalarına (da bütün cin ve insanlara peygamber olarak gönderilmiştir) ki, (onlar) henüz kendilerine kavuşmamışlardır. O Azizdir, Hakimdir. Bu (peygamberlik) Allah’ın ihsanıdır. Onu dilediğine verir. Çünkü Allah pek büyük bir lütuf sahibidir.”[5]
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
“Bana beş şey verildi ki, benden önce onlar hiçbir kimseye verilmemiştir. Bütün peygamberler sadece ve yalnız kendi kavimlerine gönderildi. Ben ise kırmızı , siyah her türlü ırk ve millete gönderildim. Benden önce ganimetler kimseye helal olmadı, bana ise helal kılındı. Yeryüzü tertemiz ve mescid kılındı. Namaz vakti nerede gelirse, kişi namazını orada kılar. Bir aylık mesafedeki düşmanın kalbine korku konmak suretiyle (Allah tarafından) yardım edilmiştir. Bana şefaat etme salahiyeti verilmiştir.”[6]
“Ey İman edenler! Allah’a, Rasulüne ve peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitap(lar)a iman(da sebat) edin! Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, o takdirde doğrusu (haktan) uzak bir dalalet ile sapmış olur.”[1]
“Şüphesiz ki (Musa’ya) iman edip sonra (buzağıya tapmak suretiyle) inkar eden(Yahudi)ler, sonra (tevbe ederek Musa’ya tekrar) inanıp, tekrar (İncil’i ve İsa’yı) inkar eden (hristiyanlar) sonra da (Hz. Peygamber’i inkar edip) inkarında aşırı gidenler yok mu, (bu inkarlarında devam ettikleri müddetçe) Allah onları ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir.”[2]
“Allah’a ve Rasulüne sadık kaldıkları takdirde, zayıflara da, hastalara da sarf edecek bir şey bulamayanlara da (cihaddan geri kalmalarından dolayı) bir günah yoktur.”[3]
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah’a ve Rasulüne iman etmişlerdir, ictimai bir iş için Onunla beraber bulundukları zaman ondan izin almadan gitmezler…”[4]
“(Ey Habibim!) De ki; “Ey insanlar! Muhakkak ki ben, sizin hepinize göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan Allah’ın peygamberiyim. O’ndan başka ilah yoktur. O hayat verir ve O öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmi peygamber olan rasulüne iman edin; O ki, Allah’a ve O’nun kelimelerine (kitaplarına) iman eder, Ona tabi olun ki, hidayete eresiniz.”[5]
“Şüphesiz ki Biz seni, bir şahid, bir müjdeleyici ve bir korkutucu olarak gönderdik. Ta ki Allah’a ve Rasulüne iman edesiniz ve Ona (dinine ve peygamberine) yardım edesiniz…”[6]
“Halbuki kim Allah’a ve Rasulüne iman etmezse, hiç şüphesiz ki Biz, o kafirler için alevli bir ateş hazırlamışızdır.”[7]
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Rasulüne iman ederler, sonra şüpheye düşmezler…”[8]
“O halde Allah’a , Rasulü’ne ve indirdiğimiz o nur’a iman edin!..”[9]
“Onlar için ister mağfiret dile, ister mağfiret dileme (fark etmez). Eğer onlar için yetmiş defa da istiğfar etsen, Allah onları asla bağışlamayacaktır. Bu şüphesiz ki onların, Allah’ı ve Rasulünü inkar etmeleri sebebiyledir…”[10]
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e iman; O’nun sadece bir peygamber olduğuna inanmanın ötesinde bir anlam ifade eder. Bu da; Onun Allah’tan alıp bize bildirdiklerinin bütününü, Onun her bakımdan örnek alınmasını ve Ona itaati de gerektirir.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e imanın farz olduğunu ifade eden hadis-i şeriflere gelince, bunlardan birkaçı şöyledir;
Ebu Hüreyre radıyallahu anh, merfuan rivayet ediyor;
“İnsanlarla Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet edinceye, Bana ve getirdiğim hükümlere iman edinceye kadar savaşmakla emrolundum…”[11]
“Muhammed’in(sallallahu aleyhi ve sellem) ruhu, kudreti ile yaşayan Allah’a yemin olsun ki, şu Yahudi ve Hristiyanlardan, beni işitip de haberdar olan, sonra beraber gönderilmiş olduğum hükümlere inanmadığı halde ölen bir kimse yoktur ki ateş ehlinden olmasın!”[12]
“Kul kabire konulup yakınları kabrin başından ayrıldıklarında ayaklarının sesini işitir. Ona iki melek gelir ve konuşturur; “Muhammed hakkında ne diyorsun?” derler…sonra kafir ve münafığa gelirler…kafir der ki; “Bilmiyorum, halkın söylediğini söylüyordum.” Sonra demir balyozlarla ensesine vurulur. Bir çığlık atar ki onu insan ve cinlerden başka her şey işitir.”[13]
“İslam beş (temel) üzerine bina edilmiştir; Allah’tan başka ma’bud olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Rasulü olduğuna şehadet, namazı dosdoğru kılmak, hak sahiblerine zekatı vermek, Beyt’i haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.”[14]
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e imanı emreden birçok ayet varken, bunun aksini iddia edenler Bakara suresindeki şu ayeti delil gösteriyorlar;
“Şüphesiz ki, (zahiren) iman edenler, Yahudi olanlar, hristiyanlar ve sabiilerden, kim Allah’a ve ahiret gününe iman edip Salih bir amel işleyenlerin Rableri katında mükafatları vardır. Onlara korku yoktur ve mahzun da olmazlar.”[15]
Halbuki ayetin nüzul sebebi şöyledir; “Selman radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelince, kendi halkının ibadetlerinden ve dini yorumlarından haber vermeye başladı. Dedi ki; “Ey Allah’ın Rasulü! Onlar namaz kılıyor, oruç tutuyor, sana iman ediyor ve senin peygamber olarak gönderileceğine iman ediyorlardı.” Selman radıyallahu anh, onları övmeyi bitirince Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Ey Selman! Onlar cehennem ehlidirler.” Buyurdu. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[16]
İbni Abbas radıyallahu anhuma’nın tefsiri; “Bundan murad, peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gönderilmezden evvel, Yahudilik ve hristiyanlığın batıl itikadlarından beri olarak Hz. İsa aleyhisselam’a inanmış olan kimselerdir. Mesela; Kuss Bin Saide, Rahib Bahira, Habibun Neccar, Zeyd Bin Amr Bin Nüfeyl, Varaka Bin Nevfel, Selman-ı Farisi, Ebu Zerr elGıfari ve Necaşi’nin heyetindeki kimseler gibi… Buna göre sanki Hak Teala şöyle demektedir; “Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) gönderilmezden önce Yahudilerin batıl dini üzere ve hristiyanların batıl dini üzere olanlardan, Hz. Muhammed peygamber olarak gönderildikten sonra Allah’a, ahiret gününe ve Hz. Peygambere iman eden herkes için Rableri katında mükafat vardır.”[17]
Bu ayetin nüzulünden sonra Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki; “Kim beni duymadan İsa’nın dini üzere, İslam üzere ölürse o, hayır üzeredir. Ama her kim bugün beni duyduğu halde bana iman etmezse şüphesiz ki o helak olmuştur.”[18]
Kur’an, Kitap ehli olanlardan Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları elçiye tabi olanları över, onlar için ve bütün insanlar için kurtuluş yolunun ancak Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e iman ve ittiba etmek olduğunu belirtir.(bkz.: A’raf ; 157-158 yukarıda geçti.) Ayrıca Ehl-i Kitap olanların Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e iman ettikleri takdirde rahmetten iki kat nasib alacakları belirtilir;
“(Ey geçmiş peygamberlere) iman edenler! Allah’tan korkun ve Rasulüne iman edin ki, size rahmetinden iki kat nasib versin ve sizin için bir nur kılsın ki onunla (doğru yolu bulup) yürürsünüz. Günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, Gafurdur, Rahimdir.”[19]
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e uymayanlar sadece heveslerine uymuş olurlar ki, onlar şu tehdide muhatapdırlar;
“Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir.”[20]
Ehli Kitab’ın Peygamber Efendimiz’e iman etmedikleri takdirde akibeti cehennemde sonsuza kadar kalmaktır;
“Kitab ehlinden ve müşriklerden kafir olanlar, kendilerine apaçık bir hüccet gelinceye kadar (bulundukları dinden) ayrılacak değillerdi. (istedikleri bu delil) Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir ki (onlara) temiz kılınmış sahifeleri (Kur’an’ı) okur. Onda dosdoğru yazılar (hükümler) vardır. Böyleyken o kitap verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştü. Halbuki ancak dinde ihlaslı olmaları, hakka yönelmişler olarak O’nun (rızası) için yalnız Allah’a kulluk etmeleri, namazı hakkıyla eda etmeleri ve zekat vermeleri emrolunmuştu. İşte bu ise doğru dindir. Şüphesiz ki, kitap ehlinden ve müşriklerden inkar edenler cehennem ateşindedirler. Orada ebedi kalacaklardır. İşte mahlukatın en şerlileri onlardır.”[21]
“Andolsun, Allah ve Rasulünde sizin için – Allah’ı ve ahireti arzu eden ve Allah’ı çok zikreden kimseler için – (uyulacak ) en güzel bir örnek vardır.”[1]
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Rabbinden kendisine vahyolunana uymakla emrolunmuştur.[2] Dolayısıyla, O’na uyanlar hakka uymuş ve hakkı uygulamış olurlar. Çünkü onun uyulacak en güzel ve yegane örnek olduğu gerçeği yine Kur’an’ın bir emri, bir tavsiyesidir. Bu ayette “şu veya bu konuda örnektir” diye bir kayıt koyulmamış olması, onun peygamberliği ile ilgili her konuda insanlar için örnek alınması gereken bir rehber olduğunu göstermektedir.
Bu örnek oluş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bütün tavır ve davranışlarını, hareketlerini kapsayıcı bir özellik taşır. Bu örneklik; ümmet için din işlerinden sayılan hususlarda vacib, dünya işlerinden sayılan hususlarda müstehablık ifade eder.[3]
İbni Abbas radıyallahu anhuma der ki; “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bir şeye çağırıyor, nefs de bir şeye çağırıyorsa, mutlaka Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e itaat edilmelidir. Zira nefs, helake, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ise kurtuluşa davet eder.”[4]
Diğer bir ayette de şöyle buyrulur; “Nun. Kaleme ve yazdıklarına andolsun, sen Rabbinin nimetiyle mecnun değilsin, senin için kesintisiz bir mükafat vardır. Ve sen büyük bir ahlak üzeresin.”[5]
“Allah sana Kitab’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana olan lütfu cidden büyük olmuştur.”[1]
“Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi (kötü inanç, fikir, söz ve fiillerden) arındıran, size Kitap ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir peygamber gönderdik.”[2]
“Hakikaten Allah mü’minlere lütufta bulunmuştur. Çünkü onlara içlerinden bir peygamber gönderdi, onlara (Allah’ın) ayetlerini okuyor, onları (günahlardan) temizliyor ve onlara Kitab’ı ve hikmeti öğretiyor…”[3]
“Hem evlerinizde Allah’ın ayetlerinden ve hikmetten (size) okunanları düşünün!..”[4]
Allah Teala’nın Kur’an’da Rasulüne ve Müslümanlara öğrettiğini, yine onlara indirdiğini ifade ettiği “hikmet”; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetidir. Zira Allah’ın kitabında ifade ettiği “Kitap”; Kur’an’dır. Kitabın peşine de hemen hikmeti zikretmiştir. “Hikmet” i sünnetten başka bir şeye hamletmek caiz değildir.[5]
Evzai, Hassan Bin Atiyye’nin şöyle dediğini nakleder; “Cibril, Kur’an’ı indirdiği gibi sünneti de peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e indiriyordu.”[6]
“O hevasından konuşmaz, O kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.”[7]
Ayette peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in asla hevasından konuşmayacağı genel ifadesinden sonra yine genel bir hüküm ile Onun konuştuklarının vahiyden ibaret olduğu belirtilmiştir. Buna bağlı olarak ayette özellikle ; “nutk = konuşma” fiilinin seçilmiş olması ve bu gibi makamlarda genellikle kullanılan “tilavet = okuma” ve “kıraet = okuma” fiillerinin tercih edilmemiş olması da dikkat çekicidir. Eğer burada sadece Kur’an kasdedilmiş olsaydı bu fiillerden biri kullanılabilirdi.[8]
Ebul Beka bu ayet hakkında der ki; “Kur’an ve Hadis, Necm suresi 3-4. ayetleri deliliyle Allah’tan inen bir vahiy olarak insanlığa meydan okuyorlar. Şu kadar var ki icaz ve tahaddi açısından Kur’an, sünnetten ayrılır. Çünkü Kur’an’ın lafızları levhi mahfuzda yazılıdır. Onda ne Cibril’in ne de Rasulullah’ın bir tasarrufu vardır. Hadislere gelince muhtemelen onlar, sırf mana olarak Cibril’e inmiş, o da onlara ifade elbisesini giydirerek Rasule açıklayıp ilham etmiş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de onları fasih bir ibare ile kurallarına uygun olarak ifade etmiştir.”[9]
Sünnet’in vahiy olduğuna delil olan diğer ayetler; “ :De ki; (ben, bu hakikatleri beyan eden) o peygamberlerden farklı (şeyler söyleyen) biri değilim, ne bana, ne de size ne yapılacağını da bilmem. Doğrusu (ben) ancak bana vahyedilene tabi olurum ve ben sadece (Allah’ın azabından haber veren) apaçık bir korkutucuyum.”[10]Kıblenin değiştirilmesinden bahseden Bakara suresi 144. ayeti, daha önce Beytul Makdis’in kıble olmasının emredildiğini ifade eder. Halbuki Kur’an’da böyle bir emir olmadığına göre bu emir vahyi gayri metluv olan sünnet ile olmuştur.
“Hani peygamber zevcelerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Bunun üzerine o zevce bunu haber verip Allah da ona bunu açıklayınca, (peygamber) bunun ancak bir kısmını bildirmiş, bir kısmından vazgeçmişti. Artık bunu kendi eşine söyleyince o zevce; “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Peygamber de; “her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah) haber verdi” dedi.”[11]
Kur’an’da, bu ayette geçen o hanımının ifşa ettiği haber açıklanmadığı gibi, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in söylediği söz de zikredilmemiştir. Şu halde o vahyi gayri metluv olan sünnet ile haberdar edilmiştir.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in bütün sözleri, fiilleri ve tasarrufları Yüce Allah’ın kontrolü altındadır. Kendi ictihadıyla ortaya koyduğu dini söz ve fiillerinde yanılsa bile, bunlar da Allah Azze ve Celle tarafından düzeltilmiştir.[12] Allah Teala Onun ictihadını kesinleştirdiği sırada onun ictihadı, hükmen vahiy olur.[13]
Bünyamin Erol, “Sahabenin Sünnet Anlayışı” adlı eserinde; “…Kur’an vahyi dışında Allah- Cebrail- Rasulullah arasındaki vahiy iletişimi gayet sınırlıdır, zannedildiği gibi o kadar fazla değildir.”[14] Diyor. Bünyamin Erul, şayet Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Cebrail aleyhisselam ile bütün görüşmelerine tanık olmuş gibi bir ifade kullanıyor. Adama “ Sen nereden biliyorsun?” diye sormazlar mı?
İbni Hazm der ki; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in din konusunda konuştuğu her söz, Allah’tan bir vahiydir. Bunda şüphe yoktur. Allah’tan inen vahyin hepsinin “indirilmiş bir zikir”[1] olduğu konusunda şeriat ve lugat alimleri ittifak etmişlerdir. Vahyin hepsi korunmuştur. Allah’ın korumasını üstlendiği her şeyin, zayi edilmeyeceği garantilenmiştir. Aksi halde Allah’ın kelamı, yalan olurdu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in din konusunda konuştuğu şeylerin zayi edileceğine ve aralarına batılın karışacağına dair hiçbir yol yoktur. Buraya bir yol bulunsaydı, Allah Tealanın; “O zikri biz indirdik, Onun koruyucusu da elbette biziz.” Kavlinin yalan olması gerekirdi ki, bunu Müslüman söylemez…
Korunması vaad edilen zikr’i, Kur’an’a hamledenlerin delili yoktur. Zikr, Allah’ın Kur’an’dan, Kur’an’ı açıklayan ve vahiy olan sünnetten, peygamberine inen her şeye verilen bir isimdir. Zira Allah Teala; “Onları açık delillerle ve kitaplarla (gönderdik, sana da zikri indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, ta ki düşünüp öğüt alsınlar. ”[2] ayetiyle Rasulullah’ı Kur’an’ı açıklamaya da memur kılmıştır.” [3]
İbni Hazm haklıdır, zira Allah Teala, namaz, hac ve zekatla ilgili emirlerini hep mücmel olarak vermiştir. Mesela; Kur’an’da; “namazı kılın” emri vardır. Fakat namazla ilgili hiçbir malumat yoktur. Biliyoruz ki, Cibril gelmiş ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e beş vakit namazı ayrı ayrı, kıyam, kıraat, ruku, sücud ve rekat sayılarını da belirleyerek kıldırmıştır.[4] Şimdi namaz için getirilen bu tafsilatı vahyin dışında bir şey kabul etmemiz mümkün müdür? Öyleyse bunlar da vahiydir, korunmuştur.[5]
İbni Kayyım da şunları söyler; “Cenabı Hak size gücünüzün yetmediği bir şey yüklemez” ayetine binaen Allah’ın kullara bilmedikleri mechul bir şey veya imkansız bir şeyi farz kılması mümkün değildir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ittiba ve itaatin mükemmel manasının gerçekleşmesi için sünneti seniyye kıyamete kadar mahfuz, korunmuş olarak kalacaktır ve kıyamete kadar devam edecektir demektir bunun manası. Allah Azze ve Celle kevni emriyle Kur’an-ı Kerim’i koruma noktasını garanti altına, kefaleti altına aldığı gibi insanlardan hiç kimse bunu korumasa bile Allah’ın Kur’an’ı koruduğu gibi, aynı şekilde Kur’an’ın şerhi hüviyetindeki sünneti seniyyeyi de, Kur’an’ı , Sünneti himaye eden sünneti seniyye için gayret sarfeden alimleri vasıtasıyla koruma altına almıştır.
İbnu Kuteybe de, sünneti muhafaza yolundaki gayretlerden şöyle bahseder; “Ehl-i hadis hakikati bulabilecekleri yerlerde araştırdılar. Şarkta ve garbda, karada ve denizde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini, eserlerini aramaları ve Onun sünnetine uymaları sebebiyle Allah’a yakınlık sağladılar. Onlardan biri bir tek hadis için yaya yola çıkar, ıssız çöllerde konaklar ve bunu sadece o hadisi nakledenin ağzından işitebilmek için yaparlardı. Sonra hadis alimleri, sahihini ve sakimini, nasihini ve mensuhunu, fakihlerden kimlerin hadislere muhalif görüş ileri sürdüğünü anlayasıya kadar hadisleri araştırmaya ve incelemeye devam ettiler…”[6]
İmam Şafii, El-Ümm adlı eserinin, “Cimaul İlm” bölümünde, sünnetin fonksiyonunu iyi bilmeyen, onu zanni delil kabul eden, hatta inkar eden bir sözcü ile yaptığı münakaşayı nakleder. Oldukça uzun süren bu tartışmanın özeti şöyledir;
Muarız; “Biz sana bu kitabı her şeyin açıklaması olarak indirdik” ayeti her şeyin Kur’anda açıklandığını bildiriyor. Kur’anın bir kelimesini bile inkar eden kafir olur. Öyleyse neye dayanarak, herhangi bir emir hakkında; “burada bu farz manasınadır”, “burada hassdır”, “burada falan şeye delalet verdır” diye farklı hükümler ortaya çıkarılıyor? Sonra hadis ravileri hakkında zaman zaman “falanca hata etti” dersiniz. Şu halde biz de hadislerden bazısını kabul etmesek ne lazım gelir?”
İmam Şafii, önce Hikmet’in sünnet manasına geldiğini ispatlar ve der ki; “Allah’ın Kitabının ve ahkamının dili olan Arapçayı bilen kimseyi, bu ilmi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen haberleri de kabule sevk eder. Öyleyse bu bilgi de, ümmete nakledilen haberlerle ulaşacaktır. Dolayısıyla o haberleri kabul etmek gerekir.
Allah Teala Nisa suresi 65. ayetinde Rasulüne ittiba ve onun hükmüne teslimiyet gösterilmesini emretmiş, Nisa suresi 80. ayetinde Rasul’e itaat edenin Allah’a itaat etmiş olduğunu bildirmiştir. Demek ki Allah’ın hükmünü bildiren Kitap’tan ayrı olarak, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e vahyedilen hüküm de vardır.
Haşr suresi 7. ayeti, Rasul’ün emir ve nehyine sarılmamızı istiyor. Peki bu farz bize olduğu gibi bizden önce yaşamış olanlara ve bizden sonra yaşayacaklara da şamil değil midir? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i görmeyenlerin bu farzlara ulaşmalarının, ondan nakledilecek haberlerden başka yolu var mıdır?”
Daha sonra İmam Şafii, Kur’an’da bulunan bazı umumi hükümlerden, husus kasdedildiğini, bunun ise ancak sünnetin tahsisi ile olduğunu anlatır. (namaz umumi emrinden hayızlı kadınların hariç tutulması, zekat hükmüne sadece bazı malların tabi tutulması, vasiyet hükmünün feraiz ayetleriyle nesh edilmesi, miras ayetlerinin bütün anne, baba ve çocuklara şamil olduğu halde, kafir olanların miras harici bırakılması gibi istisnaların sünnet ile yapılmasını buna misal verir.)
Muarız; “Haklısın şimdiye kadar ki iddialarımın hatalı olduğunu kabul ediyorum. Bazıları da Kitab’da beyan olması halinde hadisi kabul etmiyorlar. Namz emrini sadece bir rekat kılmakla yerine getireceğini düşünüyor. Ne namaz vakitleri, ne de rekat sayıları söz konusu değil. Fakat neyse, bunlardaki tutarsızlığı anladım. Peki zanni delil (sünnet) ile kat’i bir haramın nasıl olup da mübah kılındığını bana izah edebilir misin?”
İmam Şafii; “Elbette. Bak şu yanında duran adamın kanı ve malı dokunulmaz değil mi? İki şahit dese ki; “Bu kişi falancayı öldürdü ve elindeki malını aldı ve işte yanındaki mal da gaspettiği maldır.” Bu durumda ne yaparsın?”
Muarız; “Kısas olarak onun öldürülmesine hükmeder, malı da asıl sahibinin varislerine dağıtırm.”
İmam Şafii; “Peki bu şahitlerin yalan söyleme veya yanılma ihtimali var mıdır?”
Muarız; “Tabii.”
İmam Şafii; “Peki, kesinlikle dokunulmaz olan can ve malı nasıl oldu da kesin olmayan, iki şahidin şehadeti ile mübah kıldın?”
Muarız; “Mübah kıldım, çünkü şahitliği kabul etme emri var.”
İmam Şafii; “Peki Kur’an’da Katl işi hakkında şahitliğin kabulünü nass olarak bulyor musun?”
Muarız; “Hayır, lakin Allah’ın ancak mefhum ile emretmesinden istidlal ederek bunu çıkarıyorum.”
İmam Şafii; “Şahitlerin hakiki hallerine yalnız Allah Teala vakıf olduğu halde, zahire göre onları kabul durumunda isen, bil ki, biz muhaddisten ondan daha fazlasını(Zabt, hıfz, adalet, tek kalmama gibi şartları) istiyoruz.”
Böylece İmam Şafii radıyallahu anh, kuvvetli bir istidlal ile muarızını ikna eder.[7]
“Biz, her peygamberi mutlaka kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (emrolundukları şeyleri) açıklasınlar.”[1]
“Sana bu Zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın ve ta ki onlar da düşünüp öğüt alsınlar.”[2]
“Nitekim size içinizden bir peygamber gönderdik, size ayetlerimizi okuyor, sizi (günahlardan) temizliyor, size Kitab’ı ve hikmeti öğretiyor, size bilmediğiniz şeyleri de öğretiyor.”[3]
“Şüphesiz ki Biz, bu Kitab’ı sana hak ile indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin!..”[4]
“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et!..”[5]
“Biz sana Kitab’ı indirdik ki, hakkında ayrılığ
a düştükleri şeyi onlara açıklayasın ve inanan bir kavim için, (o Kitap) yol gösterici ve rahmet olsun.”[6]
“(Ey Muhammed!) Onu tekrarlamak için (henüz Cebrail sana vahyi bitirmeden) dilini depretme. Onu (senin kalbine) toplamak ve sana okutmak bize düşer. Sana Kur’anı okuduğumuz zaman onun okunuşunu takip et. Sonra onu açıklamak da bize düşer.”[7]
“…Allah sana Kitab’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediklerini öğretmiştir…”[8]
Allah Teala’nın vaad ettiği bu beyanı, hem bazı ayetlerin ileride inecek bazı ayetlerle daha da açılacağı, hem de izaha muhtac bazı ayetlerin yine kendisinin vahyi ve öğretmesi ile Rasulü tarafından açıklanacağını bildiriyor.[9]
Bediüzzaman Said Nursi der ki; “Halık-ı Kainat, bütün o mucizeleri O’nun elinde yaratmakla gösterdi ki, O, O’nun hesabına konuşuyor, O’nun kelamını tebliğ ediyor. Hem O’na gelen Kur’an ise içinde, dışında kırk mucize yönü ile gösterir ki, O Cenabı Hakk’ın tercümanıdır. Hem O kendi zatında bütün ihlasıyla ve takvasıyla ve ciddiyet ve emanetiyle ve diğer bütün halleri ve tavırlarıyla gösterir ki; O (Sallallahu aleyhi ve sellem) kendi namına, kendi fikriyle demiyor, belki Halık’ı namına konuşuyor. Halıkı Kainat onu konuşturuyor…”[10]
“Hayır, Rabbın hakkı için onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olamazlar.”[1]
“Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”[2]
“Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Rasulüne çağrıldıkları zaman inananların sözü ancak; “iştik ve itaat ettik” demeleridir. Ve işte kurtuluşa erenler de onlardır.”[3]
“Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz – eğer gerçekten Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız – onu Allah’a ve Rasulüne götürün. İşte bu, daha iyi ve sonuç bakımından daha güzeldir.”[4]
Hükmü Allah’a götürmek; Kur’an’a başvurmak, Rasulüne götürmek ise; Sünnet’e başvurmak demektir.
İmran Bin Husayn radıyallahu anh’ın bulunduğu bir meclisde adamın biri; “Kur’an’da olandan başkasından bahsetmeyin” deyince İmran radıyallahu anh; “Sen akılsız bir adamsın! Öğle namazının dört rekat olduğunu, onda kıraatin açıktan olamayacağını, Allah’ın Kitab’ında gördün mü?” sonra zekat ve benzeri hükümleri sıraladı ve şöyle ilave etti; “Bütün bunları Allah’ın Kitab’ında açıklanmış olarak buluyor musun? Kitabullah bunları mübhem bırakmış, sünnet te açıklamıştır.”[5]
Ebu Bekr radıyallahu anh’ın rivayet ettiği merfu hadisi şerifte buyruluyor ki; “Benim adıma bilerek yalan uyduran veya emrettiğim bir hususu reddeden kimse cehennemde kalacağı yere hazırlansın!”[6]
“Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Elçi’ye, o ümmi peygamber’e uyarlar. O peygamber ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten men eder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura uyanlar, işte onlar felaha erenlerdir.”[1]
“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve Ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Rasulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın.”[2]
Hadisi şerifte de; “Allah Azze ve Celle sizin aranızda, emrolunmadığım halde ihdas ettiğim bir sünnetten dolayı bana soru sormayacaktır.”[3] Buyrulmuştur.
“Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.”[1]
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının.”[2]
“De ki; “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok merhametli ve bağışlayıcıdır. De ki; “Allah’a ve peygambere itaat edin! Eğer dönerlerse muhakkak ki Allah kafirleri sevmez.”[3]
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e ittiba olunmadan ve emirlerine boyun eğilmeden Allah sevgisi gerçekleşmez. Söz, davranış, ahlak ve tavırlarında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhalefet edenler, Allah’ın gazabına ve kahrına uğrayanlardan sayılır. Allah’a ve Rasulüne itaat edip, söz ve davranışlarında peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olan, ahlak ve adabda O’na uyanlar ise Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimselerdendirler.
“Biz hiçbir peygamberi Allah’ın izniyle itaat edilmekten başka bir amaçla göndermedik.”[4]
“Hem Allah’a ve Peygamber’e itaat edin! Umulur ki merhamet edilirsiniz.”[5]
“…Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse (Allah) onu altlarından nehirler akan cennetlere koyar; orada ebedi olarak kalıcıdırlar. İşte büyük kurtuluş budur.”[6]
“Onlara; “Allah’ın indirdiğine ve (Muhakeme olmak üzere) peygambere gelin!” denildiği zaman, münafıkların senden (tam) bir çevriliş ile yüz çevirdiğini görürsün.”[7]
“Kim Allah’a ve Rasul’e itaat ederse işte onlar; Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıdıklar, şehidler ve Salih kimselerle beraberdirler. İşte onlar, ne güzel arkadaştırlar.”[8]
“Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin ve (ona muhalefetten) sakının! Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık bilin ki, Rasulümüze düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”[9]
“…Eğer gerçek mü’minler iseniz, Allah’a ve Rasulüne itaat edin!”[10]
“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasulüne itaat edin ve siz işitip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin!”[11]
“Ey iman edenler! (peygamber) size hayat verecek şeylere sizi davet ettiği zaman Allah’a ve Rasul’e icabet edin!..”[12]
“Allah’a ve Rasulüne itaat edin!..”[13]
“(Münafıklar) sizi hoşnud etmek için size Allah’ın üzerine yemin ederler. Eğer mü’min kimseler iseler, kendisini razı etmelerine Allah ve Rasulü daha layıktır.”[14]
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar ise birbirlerinin dost ve yardımcılarıdırlar. İyiliği emreder, kötülükten yasaklarlar, namazı hakkıyla eda ederler, zekatı verirler, Allah’a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlar Allah’ın kendilerine merhamet edeceği kimselerdir. Şüphesiz ki Allah, Azizdir, Hakimdir.”[15]
“Allah’a ve Rasulüne sadık kaldıkları takdirde zayıflara da, hastalara da, sarf edecek bir şey bulamayanlara da bir günah yoktur…”[16]
“Her kim Allah’a ve Rasulüne itaat eder ve Allah’tan korkar ve Ondan sakınırsa, işte onlar gerçekten kazanan kimselerdir.”[17]
“De ki; Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin! Eğer yüz çevirirseniz, artık Ona düşen, ancak kendisine yüklenen (tebliğ) dir. Size düşen de size yüklenen (itaat)dir. Eğer ona itaat ederseniz hidayete erersiniz…”[18]
“Namazı hakkıyla eda edin, zekatı verin ve peygambere itaat edin ki, merhamet olunasınız.”[19]
“Şüphesiz ki Allah kafirlere la’net etmiş ve onlar için alevli bir ateş hazırlamıştır. Orada ebedi olarak kalıcıdırlar. (o gün kendilerine) ne bir dost, ne bir yardımcı bulacaklardır. O gün yüzleri ateş içinde çevrilirken; “Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, peygambere de itaat etseydik!” diyeceklerdir.”[20]
“…Ve kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse o takdirde gerçekten büyük bir kurtuluşa ermiş olur.”[21]
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin! Peygambere de itaat edin! Ta ki amellerinizi boşa çıkarmayın!”[22]
“…Ve kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse, (Allah) onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Kim de yüz çevirirse onu elemli bir azab ile cezalandırır. And olsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken Allah o mü’minlerden razı olmuştur…”[23]
“…Eğer Allah’a ve Rasulüne itaat ederseniz (Allah) amellerinizden hiçbir şey eksiltmez…”[24]
“Hem Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin! Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık Rasulümüze düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”[25]
Hiç şüphesiz bu ayetlerde sözü edilen itaat sadece Yüce Allah’ın O’na indirdiği Kur’an emirlerine itaat değildir. Çünkü bu durumda Kur’an’ın pek çok yerinde peygambere itaatin, Allah’a itaatle birlikte zikredilmesinin bir anlamı kalmazdı. Bu sebeble, hadisler de sıradan bir insan sözü değil, Yüce Allah’ın emri ile kendisine itaatle emrolunduğumuz bir zatın sözleridir. Nitekim Kur’an’ın ilk muhatapları olan ashab da bunu böyle anlamış ve peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in bütün emirlerini titizlikle uygulamaya, bilmedikleri her hususu Ondan sorup öğrenmeye çalışmışlardır. Hatta Ubade radıyallahu anh’ın rivayetine göre; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e vahiy geldiği esnada başını eğer, sahabeler de kendilerine vahiy gelmediği halde Efendimize ittiba için başlarını eğerlerdi.[26]
İbnül Müseyyeb radıyallahu anh, fecrin doğuşundan sonra namaz kılmaya devam eden birini gördü ve onu uyardı. Adam; “Ey Ebu Muhammed! Namaz kıldım diye Allah bana azab eder mi?” diye aklınca haklı bir gerekçe zikretti. İbnül Müseyyeb; “Hayır, fakat Allah sana Sünnet’e aykırı hareket ettiğin için azab eder.” Dedi.[27]
“Kim Allah’a ve O’nun Rasulüne karşı gelir ve O’nun sınırlarını aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azab vardır.”[1]
“Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygambere karşı gelir ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız ve Cehennem’e sokarız. Ne kötü bir gidiş yeridir orası!”[2]
“Bu böyledir. Çünkü onlar Allah ve Rasulüne karşı çıktılar. Allah ve Rasulüne de kim karşı çıkarsa muhakkak ki Allah’ın cezası çetin olur.”[3]
“İnkar edip Peygambere isyan edenler, o gün kendilerinin yerle bir edilmesini isterler. (onlar) Allah’tan hiçbir sözü de gizleyemezler.”[4]
“Kim peygambere itaat ederse, Muhakkak Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse zaten seni onlara muhafız göndermedik.”[5]
“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasulüne ihanet etmeyin!..”[6]
“Şunu gerçekten bilmediler mi ki; kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse, artık şüphesiz onun için, içinde ebedi olarak kalıcı olduğu Cehennem ateşi vardır. İşte büyük rezillik budur.”[7]
“Medine halkının ve çevresindeki bedevilerin, Allah’ın Rasulünden geri kalmaları ve onun canından (önce) kendi canlarını düşünmeleri (doğru) olmaz…”[8]
“(münafıklar;) “Allah’a ve Peygamber’e itaat ettik!” diyorlar. Sonra da içlerinden bir taife bunun ardından yüz çeviriyor. İşte bunlar mü’min kimseler değildirler. Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasulüne çağırıldıkları zaman bir de bakarsın ki, onlardan bir taife yüz çeviricidirler. Eğer hak, kendi lehlerine olursa, ona itaat eden kimseler olarak gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa (Onun peygamberliğinden) şüphe mi ettiler? Yahut Allah’ın ve Rasulünün kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır! İşte onlar zalimlerin ta kendileridir!”[9]
“(Ey mü’minler!) Peygamberin çağırmasını kendi aranızda herhangi birinizin diğerini çağırması gibi tutmayın! Allah içinizden birbirinin arkasına gizlenerek azar azar sıvışıp gidenleri muhakkak biliyor. O’nun emrine muhalif hareket edenler, artık başlarına bir bela gelmesinden veya elemli bir azaba uğramalarından sakınsınlar!”[10]
“Şüphesiz ki inkar edip Allah yolundan men edenler ve kendilerine hidayet belli olduktan sonra Peygamber’e karşı gelenler, elbette Allah’a hiçbir zarar veremezler. Çünkü Allah, onların amellerini boşa çıkaracaktır.”[11]
“Şüphesiz ki, sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Artık kim (biatını) bozarsa, o takdirde ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah’a hakkında söz verdiği şeyi yerine getirirse, bunun üzerine (Allah) ona yakında büyük bir mükafat verecektir.”[12]
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Rasulünün önüne geçmeyin! Ve Allah’tan sakının! Şüphesiz ki Allah işitendir, bilendir. Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinin üstüne çıkarmayın! Birbirinize bağırmanız gibi O’na sözü öyle yüksek sesle söylemeyin! Yoksa siz farkında bile olmadan amelleriniz boşa gider! Doğrusu, Allah Rasulünün huzurunda seslerini kısanlar var ya, işte onlar öyle kimselerdir ki, Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.”[13]
“Ey iman edenler! Birbirinizle gizli konuşacağınız zaman, o takdirde günah, düşmanlık ve peygamber’e isyan hakkında gizlice konuşmayın, fakat iyilik ve takva hakkında sessizce konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah’tan korkun!”[14]
“…O halde kim Allah’a ve Rasulüne isyan ederse, artık şüphesiz ki ona Cehennem ateşi vardır (ve onlar) orada ebedi olarak kalıcıdırlar.”[15]
“Allah’a ve Rasulüne eziyet edenler (yok mu), Allah onlara dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.”[16]
“Peygamber, mü’minler için kendi canlarından ileridir. Onun eşleri de onların anneleridir.”[1]
“Şüphesiz ki Allah ve melekleri Peygamber’e salat etmekte (yani onun şerefini gözetmekte ve şanını yüceltmekte)dirler; o halde siz de ey iman edenler, ona salat edin, ona içtenlikle selam edin.”[2]
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve peygamberine inanmışlardır. İctimai bir iş (görüşmek) üzere o (Allah’ın Rasulü) ile beraber oldukları zaman ondan izin almadan gitmezler. Senden izin alanlar, işte onlar, Allah ve Rasulüne inanan kimselerdir.”[3]
“…Sizin için Allah’ın Rasulünü incitmeniz ve kendisinden sonra O’nun zevcelerini nikahlamanız ebediyen (caiz) olmaz. Çünkü bu, Allah katında pek büyük bir günahtır.”[4]
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e itaati ve saygıyı emreden, O’na karşı gelmekten sakındıran bu ayetler, bunların isteğe bağlı değil, zorunlu olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır. Bu da elbette O’na inanmanın ve O’nu örnek bir insan olarak kabul etmenin tabii bir sonucudur. “Bu ayetler münafık ve kafirler içindir, mü’minleri ilgilendirmez” demek; “Mü’minler için peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e itaatsizliğin caiz olduğu” nu söylemek demek olur ki, bu apaçık bir çelişkidir. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı gelmek ve O’na isyan etmek şöyle dursun, O’na eziyet ve saygısızlık edenleri bile, Allah Azze ve Celle yukarıdaki ayetlerde çok sert bir şekilde uyarmıştır.
“…Eğer Ona itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz…”[1]
“…Şüphesiz ki sen (sana uyanları) mutlaka doğru yola, göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibi Allah’ın yoluna götürürsün.”[2]
“Şüphesiz ki sen onları doğru yola çağırıyorsun.”[3]
“De ki; “İşte benim yolum budur! (Ben sizi) bir basiret üzere Allah’a davet ediyorum; ben de, bana tabi olanlar da!..”[4]
“(Ey Rasulüm!) Öyle ise (sen) Allah’a tevekkül et! Çünkü sen apaçık hak üzerindesin!”[5]
“Ey Peygamber! Şüphesiz ki biz seni bir şahid, bir müjdeci ve bir korkutucu olarak gönderdik. Ve Allah’a, O’nun izni ile (çağıran) bir davetçi ve nurlandıran bir kandil olarak gönderdik.”[6]
“Ya, sin. Hikmetli Kur’an’a yemin olsun! Şüphesiz ki sen elbette peygamberlerdensin. Dosdoğru bir yol üzerindesin.”[7]
“Şayet o, bazı sözler uydurup Bize iftira etseydi, elbette onun sağ elinden yakalar, sonra da onun can damarını keserdik. Sizden hiç kimse de buna mani olamazdı.”[8]
“Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Elçi’ye, o ümmi peygamber’e uyarlar. O peygamber ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten men eder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura uyanlar, işte onlar felaha erenlerdir.”[1]
“Siz insanlar için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emir, kötülüğü yasak edersiniz. Allah’a da inanırsınız. Eğer ehli kitap da iman etmiş olsaydı, elbet kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler varsa da çoğu (hak dinden çıkmış) fasıklardır.”[2]
“Muhammed, Allah’ın Rasulüdür. Onun beraberinde bulunanlar, kafirlere karşı sert, kendi aralarında ise merhametlidirler…”[3]
“Fakat, Rasul ve onunla beraber inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve murada erenler işte onlardır.”[4]
“İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler, işte hakkıyla mü’min olanlar bunlardır. Bağışlanma ve hudutsuz rızık onlar içindir. Sonradan iman edenler, hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler, işte bunlar da sizdendir…”[5]
“Muhacirlerden ve Ensardan (İslam’a girmekte) öne geçenler ile, bunlara güzelce tabi olanlar… Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Ondan razı olmuşlardır. (Allah) onlara altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.”[6]
[1][1] Ahzab, 34.
[2][2] Nisa, 113.
[3][3] Kiyame, 17-19.
[4][4] Nisa, 105.
[5][5] Nısa, 59.
[6][6] el-Hakim, Müstedrek; Malik, Muvatta, .
[7][7] Ebu Davud, Sünen, n° 4604
[8][8] ed-Darimi,
[9][9] es-Suyut, Miftahu’l-Cenne,
[10][10] Kehf, 110.
[11][11] Sahih-i Müslim, .
[12][12] Siretu’bni Hişam, .
[1] Al-i İmran, 164, Bkz.: Cum’a, 2
[2] Tevbe, 128-129
[3] Tevbe, 61
[4] Enbiya, 107
[5] Cum’a, 3-4
[6] Ahmed(3/304) Darimi(1/322) Buhari(1/86, 1/113, 4/80) Müslim(mesacid, 2-3) Nesai(1/209-210) Cem’ül Fevaid(8356)
[1] Nisa; 136
[2] Nisa; 137
[3] Tevbe; 91
[4] Nur; 62
[5] A’raf, 158
[6] Fetih, 8-9
[7] Fetih, 13
[8] Hucurat, 15
[9] Tegabün, 8
[10] Tevbe, 80
[11] Buhari(24,1321,2748) Müslim(22) Begavi ŞerhusSünne(1/67) Beyhaki(2/3,3/92,4/104) İbni Mace(3927) Ebu Davud(2623) Tirmizi(2606) Ahmed(2/314,345,377,384,4/8) Nesai(5/14) Darimi(siyer,10) Şafii Müsned(s14) Mişkat(12) Hadis manen mütevatirdir.
[12] Müslim(153,240) Ahmed(2/350) Cem’ül Fevaid(20) Şerhus Sünne(1/104) Mişkat(10) İbni Kesir Tefsiri(1/90,255) İbni Kesir Şemail(s351) İbni Mende İman(88) İbni Mende Tevhid(s194) Elbani Sahiha(157) Tayalisi(43) Taberi(2/235) Suyuti elHavi(2/145) Ebu Nuaym Hilye(4/308) Ebu Avane(1/104) İbni Teymiye Fetava(4/188) Nesai Süneni Kübra(1/241) Tarhut Tesrib(7/159) Busayri İthaf(94)
[13] Buhari(cenaiz 87) Ebu Davud(sünnet,34) Ahmed(4/296) Tirmizi(kıyamet 36) İbni Teymiye Fetava(4/253)
[14] Buhari(7) Müslim(21) Tirmizi(2609) Ahmed(2/26,92,,120,143) Nesai(8/107) Şerhussünne(1/17) Mişkat(4)
[15] Bakara, 62
[16] Hakim(3/600) Vahidi Esbab-ı Nüzul(s28-29) Taberi(1/229) Suyuti DürrüMensur(1/72) İbni Ebi Ömer ve İbni Ebi Hatim’den naklen.
[17] Fahreddin Razi Tefsiri Kebir(3/54) Bkz.; İbni Kesir(1/48-49) Celaleyn(s12) Nisaburi Vedehul Burhan(1/136)
[18] Taberi(1/256) İbni Teymiye MecmuulFetava(7/430)
[19] Hadid, 28
[20] Kasas, 50
[21] Beyyine, 1-6
[1] Ahzab, 21
[2] Bkz.: En’am, 106, Yunus, 109, Ahzab, 2
[3] Kurtubi(14/102-103)
[4] Hazin Lübabut Te’vil(3/464)
[5] Kalem, 1-4
[1] Nisa, 113
[2] Bakara, 151 bkz.: Bakara, 129
[3] Al-i İmran, 164 bkz.: Cum’a, 2
[4] Ahzab, 34
[5] Bunu Katade, Hasan ve Yahya Bin Ebi Kesir radıyallahu anhum de rivayet etmiştir.; Şafii Risale(s45) Suyuti Miftahul Cenne(s.64) Taberi(2/99,4/163) Lalekai Şerhu UsulisSünne(1/71) İbni Abdilberr Cami(1/17) Hatib elFakih(1/88) İbni Kesir(1/343) Razi Tefsir(3/474) İbni Teymiye Fetava(1/69) İbni Kuteybe Te’vil(s.307) Abdulgani Hucciyetus Sunne(s335) Necati Kara Kur’an- Sünnet Bütünlüğü(s222) Taberi(2/99)
[6] Darimi(1/117) İbnu Kuteybe Te’vil(s166) Kurtubi(1/33) Abdurrezzak(11/255) Fezari Siyer(315) Şatıbi Muvafakat(4/24) İbni Mübarek Zühd(2/23) İbni Abdilberr Cami(496) Hatib Kifaye(s12) Kasımi Kavaid(59) Ebu Zehv Hadis(s59)Miftahul Cenne(s74)İbni Teymiye Fetava(3/314) Suyuti elHavi(1/360) Mekhul bunu mürsel olarak rivayet eder;Ebu Davud Merasil(s361) Kurtubi(1/39) Ebu Zehv Hadis(s11)
[7] Necm, 3-4
[8] Doç.Drr.Mevlüt Güngör, “Kur’an’ın Hz.Peygamberin Sünnetine Verdiği Değer” (sempozyum tebliği) Bkz.: Taberi(4/163) Lalekai Şerhu UsulisSünne(1/71) İbni Abdilberr Cami(1/17) İbni Kuteybe Te’vil(s307)
[9] EbulBeka Külliyat (s.722)
[10] Ahkaf, 9
[11] Tahrim, 3
[12] Bunun örnekleri için bkz.: Tevbe, 43,84, Enfal, 67, İsra, 74, Ahzab, 2,37 Abese, 1-10,Yunus, 94, En’am,35,52, Tahrim,1, Nisa, 105, Münafıkun, 6.
[13] Bikai Nazm(19/43)Ebu Zehv elHadis(s13) Muhammed Süleyman Aşkar Ef’alirRasul(s30)
[14] Bünyamin Erul Sahabenin Sünnet Anlayışı(s226)
[1] Hicr 9; “O zikri biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz.”
[2] Nahl,44
[3] İbni Hazm İhkam(1/117-118) Sıbai Sünnet(s.157)
[4] Bkz.: Buhari(bedulhalk, 6) Müslim(mesacid,116) Ebu Davud(salat,6) Tirmizi(salat,1) İbni Mace(salat 1) Ahmed(1/333,354,3/30)
[5] Necati Kara Kur’an Sünnet Bütünlüğü (s.219) bkz.: Hamedani Teysir(3/204) Kasımi Kavaid(s58) Sıbai Sünnet(s157) Şafii Risale(s53) HucciyetusSünne(s334) Ebu Zehv Hadis(s11)
[6] İbni Kuteybe Te’vilu Muhtelefil Hadis(s.155)
[7] İmam Şafii elÜmm(7/250-252) Bkz.:Ebu Zehra, İmam Şafii(tercemesi, s.206 v.d.)
[1] İbrahim, 4
[2] Nahl, 44
[3] Bakara, 151
[4] Nisa, 105
[5] Maide, 67
[6] Nahl, 64
[7] Kıyame, 16-19
[8] Nisa, 113
[9] Bkz.: Taberi(29/190-191)
[10] Said Nursi Zülfikar(19.mektup,90-91)
[1] Nisa, 65
[2] Ahzab, 36
[3] Nur, 51
[4] Nisa, 59
[5] İbni Abdilberr Cami(2/234) Şatıbi Muvafakat(4/19) Hakim(1/109) Hatib elFakih(1/77) elKifaye(s.38)
[6] Mervezi Müsnedi EbuBekr(69) İbni Adiy Kamil(1/21) Camius Sağir(8993) Feyzul Kadir(6/214) Mecmauz Zevaid(1/142) MecmaulBahreyn(1/26) Kenz(10/234)
[1] A’raf, 157
[2] Tevbe, 29
[3] MecmauzZevaid(4/100 Taberani’den) Zadul Mead(5/463) İbni Nasr Reddül Vafir(s.4-6) Kenzul Ummal(38026) Miftahul Cenne(s.75)
[1] Nisa, 80
[2] Haşr, 7
[3] Al-i İmran, 31-32
[4] Nisa, 64
[5] Al-i İmran, 132
[6] Nisa, 13
[7] Nisa, 61
[8] Nisa, 69
[9] Maide, 92
[10] Enfal, 1
[11] Enfal, 20
[12] Enfal, 24
[13] Enfal, 46
[14] Tevbe 62
[15] Tevbe, 72
[16] Tevbe, 91
[17] Nur, 52
[18] Nur, 54
[19] Nur, 56, Bkz.: Ahzab, 33, Mücadele, 13
[20] Ahzab, 64-66
[21] Ahzab, 71
[22] Muhammed, 33
[23] Fetih, 17-18
[24] Hucurat, 14
[25] Tegabün, 12
[26]Begavi ŞerhusSünne(13/322) Taberi Tefsiri(4/198) Şa’rani Bedrul Münir(1715) Ramuzül Ehadis(Şemail, 129) Müslim’den naklen.
[27] Darimi(mukaddime, 39) Abdurrezzak(3/52) Beyhaki(2/466) Hatib elFakih(1/147)
[1] Nisa, 14
[2] Nisa, 115
[3] Enfal, 13
[4] Nisa, 42
[5] Nisa, 80
[6] Enfal, 27
[7] Tevbe, 63
[8] Tevbe, 120
[9] Nur, 47-50
[10] Nur, 63
[11] Muhammed, 32
[12] Fetih, 10
[13] Hucurat, 1-3
[14] Mücadele, 9
[15] Cin, 23
[16] Ahzab, 57
[1] Ahzab, 6
[2] Ahzab, 56
[3] Nur, 62
[4] Ahzab, 53
[1] Nur, 54
[2] Şura, 52-53
[3] Mü’minun, 73
[4] Yusuf, 108
[5] Neml, 79
[6] Ahzab, 45-46
[7] Yasin, 1-4
[8] Hakka, 44-47
[1] A’raf, 157
[2] Al-i İmran, 110
[3] Fetih, 29
[4] Tevbe, 88
[5] Enfal, 74-75
[6] Tevbe, 100
Malasef Yorumlar Kapalı.