Rukye Nedir? Anlam ve Mahiyeti
Dua, efsun, muska; sihirbaz ve üfürükçülerin okudukları şeyler. Rukye, bir işin husûlü için tabiat üstü güce başvurmak ma’nâsına gelir. Eski Türkçemizde kısmen afsun kelimesiyle karşılanır. Kısmen diyoruz, çünkü afsun kelimesi dilimizde Mevâhib-i Ledünniyye mütercimi merhum Abdilbâki’nin de belirttiği üzere daha ziyade büyücü ve cadıların bir kısım nâhoş amelleri için kullanılır. Şifâyâb olmak için okunan âyet-i kerime ve esmâ-i şerifelere afsun denmez. Cahiliye devrinden bu yana Araplar, rukyeyi hem müsbet ve meşru hem de menfi ve gayr-ı meşru maksadlarla yapılan işlerin hepsi için kullanırlar. Biz müsbet ve meşru dediğimiz ameliyeyi “okuma”, “dua yoluyla tedavi” bazan da “üfürme” tabirleriyle ifade ederiz. Öyleyse Arapçadaki rukyeyi hem afsunlama, hem de dua ile tedavi diye anlamamız daha muvafık olacaktır.
İbn Hacer el-Askalanî, alimlerin şu üç şartın bulunmasıyla rukyenin caiz olacağı üzerinde görüş birliği içerisinde olduklarını bildirmektedir:
Rukye, Kur’ân-ı Kerim’den ayetlerle Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarıyla, arapça ve anlamı anlaşılır bir dille yapıldığı takdirde mubahtır.
İslâm uleması, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sünnetinde gelen bir çok delile dayanarak rukyenin meşruluğuna hükmetmiştir. Rukye dua ile tedavi olarak anlaşılınca, bela, musibet, hastalık gibi her çeşit kötü hallere karşı korunmak için Allah’a iltica ve dua etmeye teşvik sadedinde vârid olan bütün hadisleri rukyenin meşruiyyetine deliller olarak göstermek mümkündür. Bu sadedde gerçekten çok delil var:
Bizzat Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hakk: “Dua edin icabet edeyim” (Gâfir 60) emrederek: “Duanız olmazsa Allah nazarında hiçbir kıymetiniz yoktur” (Furkan 77) buyurarak mutlak şekilde dua etmeye teşvik etmektedir. “Dua”nın ma’nâsı “Allah’tan istemek” olduğuna göre bu ilâhî davette -“Bütün hastalıklardan şifa” dahil- her şeyin Allah’tan taleb edilmesine bir çağrı vardır. Kaldı ki Resulullah hastalıklarımıza Allah’tan şifa istemeye daha açık ifadelerle bizleri çağırmış, kendisi fiilî örnekler vermiştir.
Hz. Aişe (r.anh)’dan rivâyet edilen bir hadis-i şerifte şöyle denilmektedir: “Rasûlüllah (s.a.s) son hastalığında muavvizeteyni okuyup kendisine üflüyordu. Hastalığı ağırlaştığı zaman onları okuyarak üzerine üflüyor ve onların bereketi için elini meshediyordum” (Buharî, Tıb, 32; Müslim, Selâm, 51-52).
Yine Hz. Aişe (r.anh) Rasûlüllah (s.a.s)’ın hastalığından bahsederken şunları söylemektedir: “Rasûlüllah (s.a.s) yatağa düştüğü zaman, İhlas süresi ve Mu’avvizeteyn’in tamamını okuyarak avucuna üfledi ve sonra elleriyle yüzünü ve vücudunun elinin yetiştiği her tarafını meshetti” (Buharî, Tıb, 39).
Yine akrep sokmasına karşı Fatiha ile rukye yapıldığına dair hadis varid olmuştur (Buharî, Tıb, 33). Ve yine Rasûlüllah (s.a.s)’ın hastalanan bazı kimselere, Mu’avvizeteyn okuyup, onları sağ eliyle meshettiği ve peşinden de şöyle söylediği rivâyet edilmektedir “Ey insanların Rabbi olan Allah’ım hastalığı gider; buna şifa ver. Şifa veren yalnız sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Hastalık bırakmayan şifa ver” (Buhari, Tıb, 37).
Rukye ve duanın tıbb-ı nebevîdeki ehemmiyetli yerini anlamamız için şunu da bilmemiz gerekmektedir: Mevâhib-i Ledünniyye’de, Hz. Peygamber’in tedavide başvurduğu ilaçlar başlıca üç neve ayrılır:
1- İlahî ilaçlar (edviye-i ilahiyye).
2- Tabiî ilaçlar (edviye-i tabiiyye).
3- Her iki nevin birleştiği mürekkep ilaçlar.
Birinci nev’i öncelikle Kur’an teşkil eder. Sadedinde olduğumuz rukye ve dua da birinci neve dahildir.
İslam âlimleri, hadislere dayanarak “en nâfi ilaç duadır” anlayışını kendilerine prensip yapmışlardır: “Dua, belanın düşmanıdır, onu sürüp çıkarır, henüz gelmemişse gelmesini önler, gelmiş ise hafifletir, dua mü’minin silahıdır” der.
Ulemamız, duanın kesin bir tedavi vasıtası olduğunu kabul ettikten sonra, tıpkı maddî ilaçların müessir olması için perhiz, soğuktan ve sıcaktan korunmak şeklinde bazı şartlara uymak gerektiği gibi duanın müessir olması için de riayet edilmesi icab eden bir kısım şartların varlığını da kabul ederler ve bunları nebevî irşadlardan hareketle tesbite çalışırlar:
** Her şeyden önce itikad’ın dürüst ve pak olması gerekir.
** Haram ve zulümden içtinab etmelidir.
** Dua ânında kalbi gaflet içinde olmamalı, tam bir teveccühle Allah’a yönelmeli, tazarru ve niyaz içinde bulunmalı. Yoksa ağzı okumakta ve duada olup kalbi yabanlarda olacak olsa nef’ini (fayda) müşahade etmez, abes yere çalışır. Nitekim Hâkim’in bir tahricinde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Şunu bilin ki Allah Teâlâ Hazretleri, kalbi gâfil ve mâlâyâni ile meşgul kimsenin duasını kabul etmez” buyurmuştur.
** Duadan önce bir miktar sadaka vermelidir.
** Dua, hacetlerin makbul olduğu mübarek vakitlerde yapılmalıdır: Gecenin son üçte birinde,
* Kıbleye karşı huşu ile yönelmiş olmalı.
* Maddî ve mânevî pâklık içinde bulunmalı,
** Allah Teâlâ’ya hamd ve sena, Resulüne salât ve selam ederek başlamalı.
** Tevbe ve istiğfara devam etmeli.
** Duada ısrar ve tekrar etmeli.
** Dua esnasında Hak Teâlâ’nın Esma-i şeriflerini zikretmek, Rahim, Kerim, Rahman, Şâfi, Kadir gibi isimlerini çokca tekrar ile iltica etmeli, Kur’an’da ve hadiste gelen me’sur dualarla dua etmeli.
Tıbb-ı nebevînin en bariz hususiyeterinden biri tedavide Kur’an-ı Kerim’e müstesna bir yer vermiş olmasıdır. Mezkur Mevâhib-i Ledünniye mütercimi bu hususu “Hak Teâlâ Hazretleri izâle-i emrazda (hastalıkların tedavisinde) Kur’an-ı Azim’den eam ve enfa’ (bütün hastalıklarda geçerli daha müessir) bir deva inzal etmemiştir. Kur’an-ı Azim marazlara şifa ve âyine-i kuluba ciladır” diyerek ifade eder. Yani hem maddî ve hem de manevî hastalıkların en faydalı bir ilacıdır.
Kur’an’ın bu yönünü tesbit eden âyetler vardır: “Biz Kur’an’dan müminler için bir şifa ve rahmet olan şeyi indiriyoruz” (İsra 82). Fahreddin-i Razi hazretleri “Kur’an” kelimesinin başında geçen مِن in tebiz için değil, cins için olduğunu belirtir. Böyle olunca âyeti şöyle anlamak muvafıktır: “Kur’an olarak indirdiğimiz âyetlerin hepsi mü’minlerin maddî ve manevî her çeşit hastalıkları için şifadır.”
Kur’an’ın, manevî hastalıklarla ilgili tedavisi iki suretle olmaktadır. Zira manevî hastalıklar ikidir:
* Bir kısmı bâtıl itikadlardır. Bunlar yaratılış, insanın bidayeti, âkibeti, kader, uluhiyet, nübüvvet gibi iman esaslarına giren meselelerdir. Bu hususlarda İslam’ın tebligâtına uymayan her inanış tarzı manevi bir hastalıktır. Şu halde bu meselelerde Kur’an gerçek olanı delilleriyle birlikte zikrederek batıl mezhepleri ibtal etmiş, mü’minlerini sapıklıklardan korumuştur.
* İkinci kısım manevî marazları kötü ahlaklar teşkil eder. Kur’an-ı Kerim onları da açıklayarak mü’minleri ahlaksızlara düşmemeleri için uyarmış, ahlak-ı hamide denen faziletlere, manevî kemallere irşad buyurmuştur. Resulullah’ın “Mekârim-i ahlak’ı tamamlamaya geldim” derken kasdettiği mekârim Kur’anî ahlaktır.
Kur’an-ı Kerim’in maddi hastalıklara şifa olmasına gelince, bu da inkarı mümkün olmayan bir durumdur. Müteakiben bir kısım rivayetlerde görüleceği üzere, bizzat Resulullah Kur’an’la rukyede bulunmuş maddî hastalıkların tedavisinde Kur’an-ı Kerim’den istifade etmeleri için Ashab-ı Güzîn’i teşvik etmiştir. Hatta bazı hadislerinde Kur’an’dan şifa aramamayı eksiklik ilan etmiştir: “Kim Kur’an’la şifa taleb etmezse, Allah ona şifa vermez” buyurmuştur. Bu hadis şu şekilde de anlaşılmıştır: “Kur’an’la şifa taleb etmeyene Allah şifa vermesin.”
Avf İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz cahiliye devrinde afsunlama yoluyla tedavide bulunurduk. Bu sebeple: “Ey Allah’ın Resûlü! Bu hususta ne dersiniz?” diye sorduk. Bize: “Okuduğunuz duaları bana arzedin bakayım!” buyurdular. (Biz de okuyup arzettik. Dinledikten) sonra: “İçerisinde şirk olmayan dua ile rukye yapmada bir beis yoktur!” buyurdular.” [Ebu Dâvud, Tıbb 18, (3886); Müslim, Selam 64, (2200)
Bu rivayet, dua yoluyla hasta tedavi etmenin caiz olduğunu göstermektedir. Ancak okunan duada şirke müteallik bir ibare, bir kelam bulunmamalıdır. Âlimler, Allah’ın isimleriyle, Kur’an âyetleriyle, bu ma’nâda olan başka dualarla rukye yapmanın yani tedavi etmek ümidiyle hastaya okumanın caiz olduğunu söylerler. Küfür ifade eden veya ma’nâsı anlaşılamayan kelimelerle rukye caiz değildir, haramdır denmiştir
Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Benî Amr İbni Hazm’a yılana karşı rukye yapma ruhsatı tanıdı. Biz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte otururken bizden bir kimseyi akrep soktu. Bir adam: “Ey Allah’ın Resûlü, buna rukye yapayım mı?” diye sordu: “Sizden kim kardeşine faydalı olabilecekse hemen olsun” buyurdular.” [Müslim, Selam 60-61, (2198, 2199)
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize, zehire karşı, göz değmesine karşı, nemle kurduna karşı rukye yapmamıza ruhsat tanıdı.” [Müslim, Selam 58, (2196); Ebu Dâvud, Tıbb 18, (3889); Tirmizî, Tıbb 15, (2057
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), hummaya ve bütün ağrılara karşı şu duayı okumamızı öğretmişti: “Bismillahi’l-Kebîri eûzü billâhi’l-Azîmi min külli ırkın na’arın ve min şerri harri’n nâr.” “Ulu Allah’ın adıyla, kanla kabaran her bir damardan ve ateş hararetinin şerrinden büyük Allah’a sığınırım.” [Tirmizî, Tıbb 26, (2076)
Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir hastaya geldiği veya kendisine bir hasta getirildiği zaman şu duayı okurdu: “Ey insanların Rabbi, acıyı gider, şifa ver, sen Şâfisin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Senden hiçbir hastalığı hariç tutmayan şifa istiyoruz.” [Tirmizî, Daavât 122, (3560), Rivayet Buhârî’de Hz. Âişe’den gelmiştir. (Mardâ 20, Tıbb 39).
Sâbit İbnu Kays İbni Şemmâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), ben hasta iken yanıma gelip şu duayı okudu: “Ey insanların Rabbi Sabit İbnu Kays İbni Şemmâs’tan acıyı kaldır.” Sonra (Medine’nin) Buthân (nam vâdi)’dan toprak alarak bir kadehe koydu, üzerine su döküp nefes etti, sonra (su ile karışan bu toprağı) üstüme serpti.” [Ebu Dâvud, Tıbb 18, (3885)
Bu hadiste de tedavi etmede gerekli görülen materyallerin, maddenin de rukye de kullanılacağına işaret vardır.
Ebu Saîdi’l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) cinlerden ve insanın göz (değmesi)’nden (çeşitli dualar okuyarak) Allah’a sığınırdı. Muavvizateyn (Nas ve Felak sureleri) nâzil olunca bu iki sureyi esas aldı, diğerlerini terketti.” [Tirmizî, Tıbb 16, (2059); İbnu Mâce, Tıbb 33, (3511).
Bu rivayet Muavvizateyn (İhlas, Felak, Nas) surelerinin her çeşit şerden Allah’a sığınmak üzere okunacak dua olarak kafi geldiğini göstermektedir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunlar gelmeden önce çeşitli dualar okuduğu halde, bunların nüzûlu ile diğer duaları terketmiş olmaktadır. Muavvizateyn’de “göz değmesi” mezkur olmadığı halde, bunların câmî bir üslubla gelmiş olması, cin ve insten gelebilecek her çeşit zararları içine almasına yetmiştir.
Şunu da ilave edelim: Muavvizateyn denince, bazı rivayetlere göre, İhlas suresi de kastedilmektedir. “İhlas” Kulhuvallâhu ahad süresine denir.
Yine Ebu Saîdi’l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Cibrîl aleyhisselam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına geldi ve: “Ey Muhammed, hasta mısın?”diye sordu. “Evet!” cevabını alınca, Cibril aleyhisselam şu duayı okudu. “Bismillâhi erkîke, min külli dâin yü’zîke ve min şerri külli nefsin ev aynin hâsidin. Allahu yeşfîke, bismillâhi erkîke, (Seni Allah’ın adıyla, sana eza veren bütün hastalıklara karşı, bütün kötü nefis ve hasedci gözlere karşı sana okuyorum. Allah sana şifa versin, ben Allah’ın adıyla sana dua ediyorum).” [Müslim, Selam 40, (2186); Tirmizî, Cenâiz 4, (972)
Ebu’d-Derdâ (radıyallahu anh)’ın anlattığına göre, kendisine bir adam gelerek idrar tutukluğuna yakalandığını söyledi. O da adama: “Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan şöyle söylediğini işittim” dedi: “Sizden kim hastalanırsa şu duayı okusun: “Rabbunallahu’llezî fi’ssemâi tekaddese ismüke, emrüke fi’ssemâi ve’l-ardı, kemâ rahmetüke fi’ssemâi fec’al rahmeteke fi’l-ardı. Veğfir lenâ hûbenâ ve hatâyânâ. Ente Rabbu’t-Tayyibîn. Enzil rahmeten min rahmetike ve şifâen min şifâike alâ hâza’lvece’i fe yebreu. (Ey huzuru semavatı dolduran Rabbim! Senin ismin mukaddestir. Senin emrin arz ve semadadır, tıpkı Rahmetin semâda olduğu gibi. Arza da rahmetinden gönder ve bizim günahlarımızı ve hatalarımızı affet. Sen (kötü söz ve fiillerden kaçınan) bütün iyi kimselerin Rabbisin. Bu ağrıya, Rahmetinden bir rahmet, şifandan bir şifa indir, iyileşsin.”(Ebu’d-Derda (radıyallahu anh), adama) bu duayı okumasını emretti. O da, okudu ve iyileşti.” [Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3892)
Osman İbnu Ebi’l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a müslüman olduğum günden beri bedenimde çekmekte olduğum bir ağrımı söyledim. Bana: “Elini, vücudunda ağrıyan yerin üzerine koy ve şu duayı oku!” buyurdu. Dua şu idi: Üç kere: “Bismillah”tan sonra yedi kere, “Eûzu bi-izzetillâhi ve kudretihî min şerri mâ ecidu ve uhâziru.” “Bedenimde çekmekte ve çekinmekte olduğum şu hastalığın şerrinden Allah’ın izzet ve kudretine sığınıyorum” diyecektim.Bunu birçok kereler yaptım. Allah Teâlâ hazretleri benden hastalığı giderdi. Bunu ehlime ve başkalarına söylemekten hiç geri kalmadım.” [Müslim, Selam 67, (2202); Muvatta, Ayn 9, (2, 942); Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3891); Tirmizî, Tıbb 29, (2081
Hadisin Açıklaması:
1- Tirmizî ve Ebu Dâvud’un rivayetleri şu farkla başlar: “Beni helak eden bir ağrı sebebiyle (yatıyordum). Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni görmeye geldi. Bana, Aleyhissalâtu vesselâm dedi ki: “Sağ elinle yedi kere (ağrının üzerinden) meshet ve şu duayı oku: “Euzu bi-izzetillâhi ve kudretihî…”
2- Bazı hastalıklara karşı rukye yapınca bu tarzı takip etmek gerekir: Yani rukyeyi yapan kimse hastanın ağrıyan yerinin üzerini sağ elle ovup mezkur duayı yedi kere okumalıdır. Allah’ın izniyle neticesi görülecektir. Sadedinde olduğumuz rivayette Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), hastanın kendi kendine okuyup rukye yapmasını tavsiye buyurmaktadır.
3- Taberânî’deki rivayette, yapılacak yedi mesh’ten her birinde mezkur duanın okunacağı söylenmiştir. Hâkim’in rivayetinde Muhammed İbnu Sâlim der ki: “Sâbit el-Bünânî bana dedi ki: “Ey Muhammed, hastalanınca, elini ağrıyan yerin üzerine koy sonra: “Bismillâhi euzu bi-izzetillâhi ve kudretihî min şerri mâ ecidu min vece’i hâzâ” de! Sonra bunu tek olacak şekilde (3, 5, 7, 9 gibi) tekrarla. Çünkü bana, Enes İbnu Mâlik rivayet etti ki Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine böyle öğretmiş.”
4- Rukye sırasında duanın tekrarının gerekli olduğu belirtilmiştir: “Çünkü denir, ilâhî ilaçlarda ve tıbb-ı nebevî de dahi tekrar, fuzûlî maddeyi çıkarmada tabii ilaçların tekrarı ne ise, hastalığın tedavisinde daha müessir ve daha mükemmel olmak için aynı şeydir. Bunlarda da tekrarı gereken Zikrullah, işin Allah’a tefvîzi ve Allah’ın izzeti ve kudretinden istiâne vardır, yedide ise başka miktarda olmayan ayrı bir hassa vardır. Öyle ise tekrar gerekir. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/330-331)
Bu raya kadar verilen bilgilerden anlaşılacağı üzere Rukye ile tedavi caizdir. Yeter ki okunan dualar yapılan uygulamalar şirk içermesin. Hadiste: “İçinde şirk bulunmayan şeyle rukye yapmakta bir kötülük yoktur” (Müslim, Selam, 64) buyurmaktadır. İbn Hacer bu konuyu şöyle açıklamaktadır: “Bazı rukyelerde şirk bulunmaktadır. Çünkü onu yapanlar kendilerine dokunan zararı defetmek ve fayda elde etmeyi Allah’tan başka kimselerden istemektedirler” (İbn Hacer el-Askalanî, Fethul-Barî, X, 260).