Kategoriler
Tavsiye Siteler
Son Yazılar
Son yorumlar
11 yıl önce tarafından yazıldı, 287 kez okundu ve hakkında yoruma kapatıldı.

Veli –Velayet Nedir

Dost, arkadaş, yardımcı, birinin işini üstlenen, yönetici, ermiş kişi. Çoğulu evliya manalarına gelir.

Rabbimizin isimlerinden biri de Veli ismidir ki: Dost, yardımcı, müminlere dost ve yardımcı, kullarının işlerini üzerine alan, sevdiklerine dost olan ve yardım eden. Allah, sevdiği kullarının dostudur. Onlara yardım eder. Sıkıntılarını, darlıklarını kaldırır, ferahlık verir. İyi işlere muvaffak kılar. Her çeşit karanlıklardan kurtarır, nurlara çıkarır. Artık onlara korku ve hüzün yoktur. Herkesin korktuğu zaman, onlar korkmazlar Manasındadır. Bu husus kuran da: Haberiniz olsun ki Allah’ın velileri (dostları)için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzunda olacak değillerdir. Dünya hayatında da Ahiret hayatında da onlar için nice müjdeler ve (kerametler) vardır. Allah’ın söz ve hükümlerinde asla bir değişme yoktur. İşte bu hale ulaşmak en büyük kurtuluştur.[1] Yine: Allah Müminlerin dostudur. Onları delalet ve gaflet karanlığından hidayet ve marifet nurlarına çıkarır.[2] Ayetleri ile açıkça bildirilir.

Yunus 62–64 ayetlerinin izahında İbni Teymiye Takva Risalesinde derki:

Haberiniz olsun ki, Allah dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de

Bu duruma göre, “Evliya”nın tarifi yapılacak olursa: Mü’min ve muttaki kimseler demek olmaktadır. Fakat onlar da şu iki kısma ayrılır:

1- Avam kısmı: Bunlar, mu’tedil hareket eden kimselerdir.

2- Havas kısmı: Bunlar da hayra koşanlardır. Ancak, hayra koşanlar (sabikun), evvelkilerden daha üstün dereceye sahipdirler. Bunlar, mesela: Peygamberler ve Sıddıklar gibi zatlardır.

Rasulullah (s.a.v.), bu iki kısmı, Buhari’nin “Sahihinde, Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet ettiği şu (kudsi) hadis’in-de zikretmektedir:

“Allah azze ve celle buyuruyor ki: Benim bir veli kuluma düşman olan Bana savaş açmış demektir. Kulum kendisine farz kıldığım ibadetlerin edasından daha üstün bir şeyle Bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle bana yaklaşmaya devam ettiği takdirde ben onu severim; sevdim mi de, onun işiten kulağı olurum, gören gözü olurum, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum; benimle işitir, benimle görür, benimle tutar ve benimle yürür; benden isteyecek olursa, ona mutlaka veririm, bana sı­ğınacak olursa onu mutlaka sığındırırım. Mü’min kulumun ruhunu kabzetmekte gösterdiğim tereddüt kadar, mutlaka yapacak olduğum hiç bir şeyde terddüt göstermedim; çünkü o, ölümün şiddetinden dolayı ölmek istemiyor, ben de ona kötülük (ölüm anında eziyet) etmek istemiyorum, ama gene de o ölüm ona zaruri olur”[3]

Şeyhül İslam İbni Teymiyenin de yukarda vurguladığı gibi Velayet ise bu ilgili ayetlerden hareketle ikiye ayrılır. Velâyet genel (velâyet-i amme) ve özel (velâyet-i hassa) diye. Genel velâyet: Kuran’ın tanımladığı her Mümin Allah’ın velisidir. Özel velâyet ise, yine Fecir son ayetlerinin işaret ettiği özel yöntemlerle kendisini arındırarak keşif, ilham ve keramet sahibi olan mutasavvıflara özgüdür. Rabbimizin dostluğunu kazanmış onun tarafından sevilmiş kişilere denir ki tasavvufta seyr makamlarını geçmiş eğitimini tamamlamış ve irşad yetkisiyle yetkilenmiş kişilerdir.

Bu ayet hakkında Elmalı Merhum Tefsirinde der ki:

İyi bil ki, hakikaten, Allah’ın velileri, o Allah dostları üzerlerine korku yoktur, üstelik onlar mahzun da olmazlar. Allah korkusu her korkuyu silmiş olduğu için başka korku kalmamıştır, müjdeler vardır. İlerisi daha güzel olduğu için de geçmişle ilgili hüzün yoktur. Evliyaullah ünvanı, Allah’a dost olanlar, Allah için dost olanlar, Allah için birbirlerine destek olanlar gibi manalara gelebilir. Velayet, muhabbet, dostluk, yardım ve vekâleten onun işine bakmak gibi anlamlar ifade eder. Bu ünvana kimlerin layık oldukları hakkında tefsir âlimlerinin naklettikleri bazı rivayetler vardır. Senedleri Taberi’de yer almış olduğu üzere Saîd b. Cübeyr’den rivayet olunmuştur ki, Resulullah’a, evliyaullahın kimler olduğu sorulmuş, o da şöyle buyurmuştur: “Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah zikrolunur yâd olunur”. Başka bir rivayette ise “Görülüvermelerinden dolayı Allah hatırlanır”. Yakınlarında bulunmak, halleri, duruş ve davranışları derhal Allah’ı hatırlatır. Ki, Abdullah b. Abbas “semt ve hey’et“leri yerine “ihbat ve sekinet”, yani, duruşları ve yürüyüşleri şeklinde tefsir etmiştir. Bunların dünya malına kazanç yollarına sevgi ve düşkünlükleri yoktur. Ancak Allah için, Allah’da sevmek ile birbirlerine sevgi ve dostluk gösterirler. “Allah uğrunda birbirini seven kimseler” oldukları da rivayet olunmuştur. Nitekim Ömer b. Hattap (r.a.)’tan rivayet olunmuştur ki, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kullarından bir takım insanlar vardır ki, enbiya değiller, şehidler de değiller, amma kıyamet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebiler ve şehidler imrenerek bakacaklardır”. “Bunlar kimler? Ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim, ya Resulallah!” dediler. Resulullah: “Bunlar bir kavimdir ki, aralarında ne akrabalık, ne de ticaret ve iş ilişkisi olmaksızın, Allah ruhu ile Allah’da sevişirler. Vallahi yüzleri bir nur ve kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar korkmazlar, insanlar mahzun oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler. “buyurdu, hemen bu ayeti okudu:

Ebu Hüreyre’den ve Ebu Malik Eş’ari’den de ayni mealde rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlerin her biri bir başka özellikte tarif demek olduğundan, hepsinin toplam olarak anlamını içine alan geniş bir tarif ortaya konmuştur: “Allah’a ibadet ve taatle sevgi gösterisinde bulunur, Allah da kendilerine keramet ihsan ederek dostluğunu gösterir”. Onlar işte böyle kimselerdir ki, bu ayette daha açık bir surette şöyle beyan ve tefsir buyuruluyor:

63 Ayet: Yani evliyaullah onlar ki, iman etmişlerdir ve ittika eder dururlar, tam bir iman ile ilâhî emirleri ve hükümleri ifa ve icraya devam ederler. Kendilerinden Allah rızasına aykırı bir hâl, bir durum sadır olmaması için dikkat ederler, her türlü haramdan ve şüpheli şeylerden sakınırlar. İşte evliyaullahın hakiki tarifi budur. Birinci derecesi mümin cinsinden olmak, ikinci derecesi de Allah korkusundan dolayı ittika hasletine sahip olmaktır ki, bunlar onların Allah’a yönelmeleridir.

64 ayet: Dünya ve ahiret hayatında müjde onlarındır. Bu da onların özellikleridir ki, Allah’ın kendilerine karşılık olarak teveccühü ve ikramıdır. İşte “evliyaullah’ın kerameti haktır. “ meselesinin temeli de budur. Allah’dan başka dost ve veli tanımadıkları, Allah’a aykırı düşmekten korkup sakındıkları ve ondan başka hiçbir şeyden çekinmedikleri, Allah da kendilerine dost olduğu için artık onlara ne korku vardır, ne de hüzün. Dünyada da müjdelenmişler, ahirette de müjdelenmişlerdir. Bu cümleden olarak dünyada. “Muhakkak ki, “Rabbimiz Allah’dır” deyip de sonra doğrulukta ve dürüstlükte devam edenler üzerine melekler şöyle diyerek inerler: “Korkmayın, mahzun da olmayın, vaad olunduğunuz cennetle sevinin.” (Fussilet 41/30). Ayrıca yine ahirette “Size selâm olsun size, hoş geldiniz cennete, ebedi kalmak üzere buyurun girin içine.” (Zümer, 39/73) müjdesine mazhar olacaklar.

Allah’ın kelimelerinde tebdil yoktur. Yani Allah’ın bu vaadlerinde, bu müjdeli sözlerinde hiçbir değişme olmayacaktır. Allah’ın sözünü değiştirecek, O’nun verilmiş hükmünü kararını uygulamadan kaldıracak hiç bir kuvvet yoktur, olması ihtimali de mevcut değildir. Mesela: Allah’ın korkma, mahzun olma dediğini korkutacak, mahzun edecek hiç bir güç ve geçerli engel yoktur. Allah da asla verdiği sözden dönmez, verdiği sözü yerine getirir. Bundan dolayı “Allah, hiçbir kavmi, o kavim kendi kendini değiştirip bozmadıkça değişikliğe uğratmaz.” (Ra’d, 13/11) ayeti uyarınca, evliyaullah dahi kendilerindeki o velayet hasletini, o iman ve ittikayı değiştirip bozmadıkça Allah Teâlâ’nın, bu dünya ve ahiret için verdiği sözü, verdiği müjdeyi değiştirmesi ihtimali yoktur. Bunlar ebedi müjdelerdir. “İşte bu da büyük kurtuluşun kendisidir. “[4]

Buraya kadar verdiğimiz bilgilerden de anlaşılıyor ki ilgili ayette bahsedilen veli bütün müminleri içine almakla beraber asıl kast Ehlullahtır. Günümüzde bazı kesimlerim bizde Allahın (c.c) dostuyuz biz düşmanımıyız bütün Müslümanlar onun dostudur diyerek Ehlullahın varlığını inkâra kalkmalarını nasipsizlik ve cehaletten başka şeyle izah etmek mümkün değildir.

Evet, günde beş vakit namazda okuduğumuz Efendimizin (s.a.v.) Kuranın Anasıdır dediği Rabbimizin Seb-i Mesani tekrarlanan 7 ayet dediği, Fatiha suresinde o kadar çok sır ve hikmetler varki basiret ve hikmet nazarıyla bu sureyi okuyanlar bu suredeki incelikleri kavrayanlar için elbette Tarikat marifet ve hakikatı izaha Nebi, sıddık, Mükarrebun, Müttaki vs. kişilerin varlığını, Tevhidin gerçek açılımı ve makamlarını anlatmayada gerek yoktur. Çünkü fatiha da bunların hepsi vardır ama biz bir iki hususa değineceğiz:

Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz”

Bu ayet malumunuz bir takım insanlarca sarptırılıyor ve âlimlere, Mürşidlere gidenlere Evliyaların türbelerinde onların ruhlarına kuran okuyanlara vs. sizler şirk işliyorsunuz yalnız senden yardım isteriz ayetine ters düşüyorsunuz diyorlar itham ediyorlar. Oysa biz bunların ifadelerinden ayeti anlamadıklarını anlıyoruz ve diyoruz ki sizin mantığınıza göre kişi hasta olsa doktora giderse şirk o zaman hasta olunca doktora gitme. Rızkı kazanmak için işe gitmen çalışman şirk gitme ve çalışma. Acıktığında hanımından yemek isteme şirk vs. örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Eğer onların iddia ettiği gibi olsaydı Efendimiz (s.a.v.) devesini salıvererek Allah’a tevekkül ettiğini söyleyen bir bedeviye “Onu bağla da öyle tevekkül et”[5] Diye buyurmazdı. Burada onların göremediği nokta şudur kişi hasta olunca doktorun onu iyleştireceğine inanırsa veya ilacın onu iyleştireceğine inanırsa şirk işlemiş olur. Yoksa kişi Şafi olan Allahtır muhakkak ki hastalığımın şifasına doktor, ilaç ancak vesiledir diye kalben inanıyorsa şirk olmaz, bu yukarda ki hadisinde ihbarıyla işi Allaha ısmarlamaktır tevekküldür. Onların bu sözlerini Tevekkülün diğer derecelerini kast ediyorlar, hakikatte yardımı yalnızca Allahtan beklemek gerekir demek istiyorlar desek, bu sefer onların kendi söyledikleri hakikate ters düştüklerini yapmadıklarını görüyoruz ve anlıyoruz ki bunlar ya cahiller tevekkülün derecelerinden haberleri yok yâda değiller o zaman fitnecidirler demektir. Çünkü iddia delil ister kişinin namaz kılmayıp insanlara namazı kılın demesi ne kadar abesse buda böyledir. Bunların sergiledikleri tavır o kadar cahilanedir ki bu meselenin izahına detaylı giripte konuyu uzatacak değilim. Biraz dinden haberi olan, İtikadi hükümleri bilen akıl sahipleri bu ayette onların iddiasının doğru olmadığını bileceklerdir.

Bu ayet hakkında İmam Hasan el Benna Kurana giriş adlı eserinde derki: Bu ayet de cevâmi’-i kelim’dendir. Zira ne kadar resul-luk makamı varsa hepsinin, uğruna geldiği ve ne kadar peygamber varsa hepsinin sayesinde gönderildiği şeylerin hülasasına o ayet işaret etmektedir. Hülasa edilen şeyler, Allah Teâlâ’nın kamu haklarıyla yaratıklarına karşılıksız yardımlarının güzelliğinden ibarettir. “Yalnız sana kulluk eyler ve yalnız senden yardım isteriz” ayetinin ötesinde kalan daha büyük bir din yoktur. İlk aşama, ilâhi marifetin başlangıcı; ikinci aşama da onun ürünüdür. Bu iki aşama arasında bir takım menzile ve dereceler vardır ki onları ancak “Mukarrebûn’dan olan kullar aşabilir. Nitekim Şeyh İsmail Herevî, adını “Menâzilu’s-Sairin Min İyyâke Na’budu ve İyyâke Nestaîn” olarak verdiği bir risale derlemiştir. Bu risalede yukarıda anlatılanların bir bölümüne atıfta bulunmuş ve işaret etmiştir. Aynı risaleyi İbni Kayyım, adını “Medâricu’s-Salikin ilâ Me-nâzili’s Şairin” biçiminde verdiği daha kalın bir kitapta şer-hetmiştir. Bu şerh, ahlâk ilimleri, nefsin, edebi ve eğitilmesi konusunda geçmiş önder büyüklerin (Allah’ın rızası hepsinin üzerine olsun) oluşturduğu tasavvufi gelenek örnek alınarak yazılanların en ideali bir kitaptır,

Ayet-i kerimede geçen lâfzî latifelerden bir tanesi, “yardım isteme” kelimesinin bir işte bulunma zorunluluğunu ve sebeplere sarılmanın gerekliliğini sezdirmesidir. Zira yardım isteme, bir işe girişip bitirme konusunda Allah Teâlâ’nın yardımlarını istemekten ibarettir.

Öyleyse insanın, sebeplere iyi sarılması ve girişilen işlerde çok ciddi olması gerekmektedir. Ondan sonra destek olmasını ve yardımcı olmasını Allah Tebâreke ve Teâlâ’den istemesi gereklidir. Ömer (r. a)’ın sözlerinden birisi: “Hiçbiriniz rızkını aramayı bırakıp miskin miskin oturmasın.” Hz. Ömer (r. a) şöyle dua eylerdi: “Allah’ım! Bana rızık ver.” Fakat o gökten ne altın ne de gümüş yağmadığını çok iyi bilen birisiydi. Bu ifade tarzında, insanla bağlantılı iş yapıcı olmayı, insanın muhtaç olduğu her şeyde esas anahtar kılmak suretiyle insana büyük bir değer verilmesi anlamı vardır.[6]

Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil. Nimet verilenler diye ifade edilen ve bizden onların yoluna gitmemizi dua ile öğreten Rabbimiz nimet verilenlerin kimler olduğunu yine kendisi kelamında bildirir:

Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve Salihlerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.[7]

Bu ayette malumunuz itaat diğer ayetlerinde ihbarıyla tam bir ittibayı gerektirir. Kişi Rasulullahın (s.a.v.) beyan vasfını hafife alır inanmaz, hadislerden işine geleni alır işine gelmeyeni almaz. Diliyle Kelime-i Tevhide çağırır kendi yaşamaz. Nefsi büyük günahlardan kaçınmaz faiz yer faizle çalışır, Namazı tam kılmaz, kılsada namaz müminin miracıdır sırrından uzak dünya ile meşgul olur. Fatura kuyruklarında, borç tahsilinde, aklı ocağa koyduğu yemekte vs. bu haliyle ehli irfanı eleştirir beğenmez, velileri inkâra kalkar, onların meclisine gideni yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz ayetini okuyarak siz bu ayete ters düştünüz sizin velilere gitmeniz âlimlerin meclisinde bulunmanız vs. şirktir der. Ama ahmak insan kendiyle nasıl ters düşer farkında değil. O beğenmediği, hafife aldığı, Salihlerle, müttakilerle beraber olmayı onların yoluna iletilmeyi günde okuduğu her fatihada Rabbinden ister. Yukardaki ayette doğru yolun nimet verilenlerin kimler olduğunu rabbimiz beyan etmiş. Bunun farkında değildir.

Neden çünkü Sünnet ve kuranın İslamın manasını kavramamışlardır da ondan. Bu halleriyle de bir de Allahtan korkmayarak utanmayarak, kendilerinin muvahhid olduğunu söylerler. Hayır, kardeşim iyi düşünsen kuranı iyi okusan sen bu iddia ettiğin yalnız senden yardım dileriz ayetine yaşantınla çok uzaksın. Dünyalık her hangi bir işinde bile araya torpil koyarak işini yaparsın. Trafikte ceza yesen rüşvet verirsin vs. haset, kin, şehvet, gazap, gıybet, dedikodu, namazda gevşeklik, yalan, dolan, zikirden uzak, cehil, hırs vs. hasletler sahibiyken nasıl olurda Rabbimizin Kuranda övdüğü ona tam teslim olmuş kullarını Müttakileri, sıddıkları kendinle aynı imana sahip sayar kendini farkına varmadan onlardan sanırsın? Onların yolunda gitmeyi Rabbinden istersin ama gitmezsin. Üstelik onların yolunda gidenleri küfürle itham edersin. Bu nasıl bir çelişki bu ne yaman bir yanılgı?

Kuranın Müttaki, Salih, Mümin gibi kavramlarının her birinin iman kemalatında birer menzil olduğunu görmezsin, her makama göre bu ayetlerde anlatılan tevekkül derecelerini anlamazsın. Seyri sülük tabirinin Allaha kullukta ilerleme olduğunu ve bu makamların her birinden geçilerek Son noktada dilde değil gerçekte Muvahhid ve Sıddık bir kul olunacağını bilmezsin. Üstelik seyrü sülükü inkâr eder eleştirirsin. Onun kullukta son noktayı yakalamak için bir yol mücahade ile aşılan gayretle, çabayla gidilen, imanın lezzetinden dünya ve içindekilerden kalben kaçınılan bir öğreti olduğunu bilmezsin. Verdiğin ayette yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dilerizin aşağıdan başlayarak yukarı doğru Müslüman, mümin, müttaki, Salih, mukarrebun, sıddık herkesin bunu nebiler gibi istemesi, ama her makamın istemesininde makamına uygun olduğunu ve nebilere kıyasla eksik olduğunu bilmezsin. İbni Teymiye bu konuda Kulluk risalesinde derki: Allah’ın son Rasulü (s.a.v.), ashabının ileri gelenlerinden insanlardan birşeyler istemelerini menetti ve vasiyet etti. Öyle ki, Ebu Bekir’in (r.a.) elinden bastonu düşerdi de hiç kimseye şunu bana verir misin? Demezdi. Kendisine niye böyle yaptığı sorulduğu zaman;

“Sevgili efendim Muhammed Mustafa (s.a.v.), bana:

“İnsanlardan hiçbir şey isteme[8] buyurmuştu”

Malikoğlu Avf bir toplulukla birlikte Allah’ın Rasulüne biat ederken, Allah’ın Rasulü onlara bir gizli kelime vasiyet etti:

“İnsanlardan hiçbir şey istemeyiniz!”

Bu cemaattan bazıları sonradan, ellerinden herhangi bir şeyleri bile düşecek olsa “o düşeni bana verir misin” dememişlerdi bir kula.

Verilen ifadelerden kulluğun son noktasında bu kadar hassas davranmak gerektiğini eğer o ileri gelenlerin o makamda bunu ihmal etmeleri onlar için bu ayeti ihlal ise, her makamın insanının da bulunduğu makamda bu ayeti yaşaması gerekir. Yapmazlarsa mesul olurlar. Ama yukardakiler kadar da yapamadıklarından hassas davranmadıklarından dolayı da kimse aşağıdakileri küfürle itham edemez. Burada itikatta amel imandan bir cüzmüdür değil mi dir meselesi devreye girer. Ehlisünnet itikatında malumdur ki amel imandan bir cüz değildir. Yani inanılması gerekenlere iman eden bir insan amel yapmıyor diye imansız denmez. Kişi ben müslümanım diyorsa imanın icmali ve tafsili rükünlerine inanıyorsa, ama içkide içiyorsa ve nefsinin acizliğinden haram olduğunu bildiği halde kendini firenliyemiyorsa bu insana hiç kimse kâfir, imansız diyemez. Ancak günahkâr denir. Bunun tersinde kişi haram olduğunu bile, bile ya ne haramı içiyorum işte derse inkâra girer. Veya ya ben müslümanım ama içki haram değildir dese yine inkâra girer. Neyse örnekleri çoğaltmak mümkündür detaylı bilgi isteyenler itakat eserlerine baksın.

Demekki bu izahlardan şu ortaya çıkıyor tevhid akli, kalbi inanmayla alakalı olmakla beraber sadece bununla yetinmeyip amele dökülmesi evladır. Yani sen her şeyin müsebbibi Allah olduğunu bilirsin, çalıştığın işyerinin ve patronunun vesilesiyle sana rızkı verenin Hakikatte Allah (c.c) olduğunu bilirsin inanırsın. Bu şekilde davranman yalnız senden yardım dileriz ayetine ters değildir. Sen Rabbinden Rezzakı mutlak olduğunu bildiğin halde ondan rızık istemişsindir oda sana rızkını bu sebeple göndermiştir hakikatte veren Allahdır. (c.c) ama sen tersine, desen ki patronum işyerim olmasa ben aç kalırım rızıksız kalırım işte o zaman sen vesileyi sebebi ilah edinmişsin demektir ki bu ayetlere tersdir. Bu anlaşıldıktan sonra deriz ki aynen bunun gibi sen halis bir şekilde yukarda örneğini verdiğim sahabeler gibi senden yardım dilerizin manasında onların sergilediği tavır doğrudur tevekkülün kemalatın üstüdür ama bu kadar üst noktadan amele dökemiyorsun yaşamıyorsun o zaman sen gerçek anlamda muvahhid ve istenen müttaki kul değilsin sen imanın kadar amelden mesul olan günahkar Müslümansın. Ama inandığına kavuşma adına çaba sarfediyorsun, gayret gösteriyorsun ibadetlere sarılıyor, helalleri yaşıyor ve haramlardan kaçınıyorsun bilki bunun adı Allaha kullukta ilerleme terakki etme Ayetin tabiriyle fe firru ilallah Allaha doğru kaçmadır. (bkz. 51/50) Ona kulluğu halis yapabilmek için cihad etmektir. İşte tasavvuftaki kişilerin yaptığı budur ilerlemenin adı seyrü sülüktür. Mükemmel noktayı kazanmamış bir kişinin kendide kusurluyken, eksiği varken kusursuzmuş gibi davranıp diğerlerini itham etmek ne kadar doğrudur?

Biraz daha açacak olursak sen namazı kılıyor, yalanı söylüyorsun diyelim böyle bir kalbi hastalığın var diğeri de yalan hiç söylemiyor ama içki içiyor sen bu insana sen içki içiyorsun sen hatalısın kulluk yapmıyorsun diyemezsin. Sende diğer haram olan yalanı söylüyorsun bu da haram sende bu insan gibi kusurlusun günahkârsın. Çünkü ikinizde nefsin pis hasletlerinden kurtulup halis bir şekilde kullukta istenen noktada değilsiniz. O zaman biriniz diğerine neden ithamda bulunur bu ne kadar bir abes durumdur?

Yine Yalnız senden yardım dileriz ayetini doktora giden ilaç kullanan bir insana da sen ayeti ihlal ettin sen doktoru vesileyi ilah edindin diyemezsin. Çünkü Sende hasta olunca doktora gidersin ilaç kullanırsın. İşte bu durumda sen dersin ki ben Şifayı verenin Allah olduğunu bilirim doktor ilaç sebeptir. O zaman öbürede sana derki bende şifanın Allahdan olduğunu bilirim iman ederim doktor ve ilaç vesiledir. Oysa ayette istenen hakiki mana ikinizde doktora gitmemesidir. Hastalığını sana veren zat her şeyde de şifanı verebilir. Yılanın zehrini kimilerine zehir kimilerine pan zehir yapan zat bunu yapamazmı? Bir çekirdekte, tohumda kocaman bir orman saklayan bunu yapamaz mı? Çünkü hakikatte senin ondan başka hiç kimseden yardım istememen gerekir sahabelerin büyüklerinde olduğu gibi, çünkü sen konunun başında kendini muvahhid bu ayeti yaşayan sanıyordun. Şimdi iddianı doğrula ve doktora gitme. Eğer doktora gidersen Bu durumda sen bilmelisinki imanın istenen noktaya gelmemiş ve sen hasta bir kalp taşıyorsun bunu kabul et ve kimseyi itham etme. Ama sen doğru inandığından dolayı da kâfir ehli değilsin çünkü senin bu durumunda küfre batmaman için bu dinin güzel Peygamberi (s.a.v.) “Onu bağla da öyle tevekkül et” demiş ve seni bu mesuliyetten kurtarmış. Çünkü o (s.a.v.) çok iyi biliyordu ki kuranda imanın dereceleri kemalatın dereceleri vardır herkesin derecesine uygun hüküm verelim ki kimse mesul olmasın.

Mesela Müslüman için zekât vermek ve kırkta bir vermek bunun en aşağısıdır eğer zenginse bununla mesuldur. Ama Allah (c.c.) müttakileri överken infakı anlatır teşvik eder fazlasını vermeye çağırır buda istenen asıl şeydir. Seni bu asla alıştırmak için en altta zekâtı emretmiş ki vere, vere en üste ulaşasın. Sen infaka ulaştınmı Takva erbabından oldun demektir. O zaman aşağıdakilere diyebilirsin ki siz istenen aslı yaşamıyorsunuz ayete ters davranıyorsunuz o zaman hakkındır. İşte tevhid sırrıda budur sen ilmen Allahtan başka ilah olmadığını bilir ve inanırsın. Ama nefsinin ihtiraslarının peşine gidersin. Namazda riyakardırsın. Nefsinin haset kin, gıybet, hırs, şehvet vs. gibi hasletlerinden temizlememişsin. O zaman sen ilmen Allahtan başka ilah yoktur diyenlerdensin. Çünkü nefsinde olan her kötü haslet senin için Rabbine ulaşmana engel birer puttur, tağuttur. Furkan 43 ayetinin ihbarıyla sen nefsini hevanı ilah edinmişsin dilde söylemen aklen bilmen hakikatine ulaştın demek değildir. Çünkü sen nefsi temizleyip kurtuluşa ermemişsin. Kurtuluş nefsi her pislikten temizleyip gerçek anlamda Allahtan başka ilah yokturu hem fiilen, hem kalben, hem niyeten, hem bilmen icra etmendir ki Hadisin ihbarıyla son nefesinde La ilahe illallah diyen cennete girer sırrına eresin ve müjdesine mazhar olasın. Demekki ayetlerin içeriğinden anlaşıyor ki gerçek nimet erbabı senin her namazda yollarına uymayı istediğin gerçek tevhid erbabıdır. Veliler, Salihler, Sıddıklardır. Unutma iddia delil ister dediğini, Rabbinden her namazda “bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet” diye istediğini uygula inkâr etmede Ehli irfana uy tabi ol.

Bak bu incelikleri anlayanlardan biri ne güzel demiş.

Enbiya güneştir Evliya Kamer

Manzume-yi Âlem bunlarla döner

Kamil bulmakmış Âlemde Hüner

Andan gafil olan bigane düşmüş

(Divan-i Kemali, s. 165, İstanbul,1957)

 Allah’a Giden Yol Nefsin Tanımı ve Mertebeleri-hkerrar



[1] Yunus, 62,64

[2] Bakara, 257

[3] İbn-i Teymiye, Takva Risalesi, Tevhid yay.

[4] Elmalılı, Hak dini Kuran dili, Yunus 62,64

[5] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame, 60

[6] Hasan El-Benna, Kur’ana Giriş, İslamoğlu, yay.

[7] Nisa, 69

[8] İbn Mace, İkame: 182

Etiketler:

Malasef Yorumlar Kapalı.