Nafile Namazlar Nedir ve Çeşitleri
Bağış, hibe, ganimet malı, zorunlu olmaksızın yapılan iş. Farz veya vacib namazlar dışında kalan ve Resûlullah (s.a.s)’ın kıldığına dair rivayet bulunan namazlar demektir. Bunlar da sünnet olan nâfileler ve mendup olan nafileler olmak üzere ikiye ayrılır. Sünnet olan nâfile, Allah elçisinin yapmağa devam ettiği ve ancak nâdir olarak yapmadığı kuvvetli işlerdir. Kimi zaman bu işleri yapmamasının sebebi insanlara farz olmadığını göstermektir. Mendup olan nâfile ise, Hz. Peygamber’in bazan yapıp, bazan yapmadığı, kuvvetli olmayan sünnetlerdir. Menduba müstehap da denir.
Fıkıh usûlünde nâfile, sünnet, tatavvu, müstehap ve ihsan terimleri “mendup”la eş anlamda kullanılır. Nâfile ibadetleri aşağıdaki şekilde tasnif etmek mümkündür:
Beş vakit namaza ve cuma namazına bağlı olarak kılınan namazların bir bölümü müekked sünnettir. Bir hadiste bu nitelikteki sünnetler şöyle belirlenmiştir: “Her kim bir gün ve gecede, farz namazlar dışında on iki rekat namaz kılarsa, Allah Teâlâ ona cennette bir ev bina edecektir. Bunlar şu namazlardır: Sabah namazından önce iki rekat, öğleden önce dört rekat, öğleden sonra iki rekat, akşamdan sonra iki rekat ve yatsıdan sonra iki rekat” (Tirmizi; Salât, 189; Nesâî, Kıyâmül-Leyl, 66; İbn Mâce, İkâme, 100).
Namazlara bağlı olan müekked sünnetleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Bu namaz en kuvvetli bir sünnettir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizi atlar kovalasa da sabah namazının iki rekat sünnetini terketmeyin” (Ahmed b. Hanbel, II, 405). “Sabah namazının iki rekatı sünneti dünyadan ve dünyada bulunan herşeyden daha hayırlıdır” (Müslim, Misâfirîn, 96, 97; Tirmizî, Salât, 190). Hz. Âişe şöyle demiştir: “Hz. Peygamber, sabah namazının iki rekatı gibi başka hiç bir nâfile namaza devam etmemiştir” (Buhâri, Teheccüd, 27; Müslim, Misâfirîn, 94; Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 2; Ahmed b. Hanbel, VI, 43, 54, 170).
Başka bir sünnet kaza edilmezken, yukarıdaki hadisler sebebiyle, sabah namazını kılamayan kişi aynı gün zevalden önce onu kaza ederken sünnetini de birlikte kılar. Diğer yandan ikinci rekatta bile imama yetişebileceğini anlayan kimse önce sünneti kılar, daha sonra imama uyar.
2. Öğle veya cuma namazından önce kılınan dört rekat namaz.
Hz. Âişe şöyle demiştir: “Resûlullah (s.a.s) öğleden önce dört, sabah namazından önce de iki rekat namaz kılmayı terketmezdi” (Nesâî, Kıyâmü’l-Leyl, 56).
3. Öğle namazından sonraki iki rekât namaz.
Bu iki rekat, müekked sünnet olup, bunun dörde tamamlanması ise menduptur. Cuma namazından sonra tek selâmla kılınan dört rekat nâfile namaz da müekked sünnetlerdendir. Hadiste şöyle buyurulur:
“Hz. Peygamber cuma namazından önce dört, cuma namazından sonra dört rekat namaz kılar, rekatlar arasını selâm ile ayırmazdı” (Zeylaî, Nasbur-Râve, II, 206).
4. Akşam namazından sonra iki rekât. Bu da Allah elçisinin devam ettiği sünnetlerdendir.
5. Yatsı namazından sonra iki rekat. Bunun delili; Gün ve gecede on iki rekat nâfile namaza devam eden için Allah Teâlâ’nın cennette bir köşk bina edeceğini bildiren hadistir (Tirmizî, Salât, 189; Nesâî, Kıyâmül-Leyl, 66; İbn Mâce, İkâme, 100).
6. Terâvih namazı:
Bu namaz erkek ve kadın için müekked sünnettir. Çünkü terâvih namazına hem Hz. Peygamber, hem de ondan sonra raşid halîfeler ve ashab-ı kirâm devam etmişlerdir. Terâvih namazını cemaatle kılmak sünnettir. Çünkü Resûlullah (s.a.s), Ramazanın üçüncü, beşinci, yedinci ve yirminci gecelerinde bu namazı mescitte cemaatle kılmıştır. Sonra müminlere farz olur endişesiyle mescide çıkıp kıldırmamıştır (Zeylaî, a.g.e., II, 152; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, III, 50 vd.; ez-Zühayli, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, II, 43).
Terâvih namazı Ramazan ayına mahsus olup, yatsı namazından sonra ve vitirden önce kılınır. Bu namazın gece yarısından veya gecenin üçte birinden sonraya bırakılması müstehaptır. Terâvih namazı tek başına kılınabilir, fakat cemaatle kılınması daha faziletlidir.
Hanefilere göre, terâvih namazının rekat sayısı yirmi olup bu sayı Hz. Ömer’in uygulamasına dayanır. Çünkü Hz. Ömer halîfeliğinin sonuna doğru bu namazı Mescid-i Nebevî’de Devlet başkanı olarak yirmi rekat kıldırmıştır. Bu miktara sahabeden karşı çıkan olmamıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Benden sonra, benim sünnetimden ve raşid halîfelerimin yolundan ayrılmayın” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 5; Tirmizî, İlim, 16; İbn Mâce, Mukaddime, 6; Dârimî, Mukaddime, 16).
Ebû Hanîfe’ye, Hz. Ömer’in yaptığı uygulama sorulunca şöyle demiştir:
“Teravih kuvvetli bir sünnettir. Hz. Ömer onu kendiliğinden çıkarmış değildir. O, bu konuda yeni bir şey de icad etmedi. O, bunu ancak kendi bildiği bir delile dayanarak yapmıştır. Resulullah (s.a.s)’den bir ahid olarak yapmıştır” (ez-Zühaylî, a.g.e., II, 44).
Bazı hadis bilginleri ise Allah el-çisinin Ramazanda terâvihi sekiz rekat olarak kıldığını tesbit etmişlerdir. Bunun delili, Buhârî’nin ve başkalarının Hz. Âişe’den naklettikleri şu hadistir:
“Hz. Peygamber ne Ramazanda ve ne de Ramazan dışında on bir rekattan fazla nâfile namaz kılmamıştır” (Buhârî, Teheccüd, 16; Terâvih, 1; Müslim, Misâfirîn, 125; Tirmizî, Mevâkît, 208). Yine İbn Hibbân, Sahîh’inde Câbir (r.a)’den şu hadisi rivayet etmiştir: “Hz. Peygamber kendilerine sekiz rekat namaz kıldırdıktan sonra vitir namazını kıldırmıştır” (eş-Şevkânî, a.g.e., III, 53). Bu duruma göre, terâvih namazının sekiz rekatının müekked sünnet olduğunda şüphe yoktur. İbnül-Hümâm gibi bazı bilginler ise sekiz rekattan fazlasının müstehap olduğunu söylemişlerdir. Bu durum yatsı namazının farzından sonra dört rekat nâfile namaz kılmaya benzer ki, bunun da ilk rekatı müekked sünnet, iki rekatı da müstehap olur (İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, Mısır 1316/1898, I, 333, 334).
B. Gayri Müekked Sünnetler:
Hz. Peygamber’in kesintisiz devam etmediği ve bazan terkettiği sünnetler olup bunlara mendup da denir. Bu namazlar şunlardır:
1. İkindi namazından önce tek selamla kılınan dört rekat namaz. Resulullah (s.a.s) bu namaz hakkında şöyle buyurmuştur: “İkindi namazından önce dört rekat namaz kılan kimseye Allah rahmet etsin” (Tirmizî, Salât, 301).
2. Yatsı: namazından önce kılınan dört rekat namaz. Hz. Âişe (r.anha)’den şöyle dediği nakledilmiştir:
“Hz. Peygamber, yatsıdan önce dört rekat namaz kılardı” (Zeylaî, a.g.e., II, 145 vd.; eş-Şevkânî, a.g.e., III, 18).
3. Evvâbîn namazı:
Evvâbîn, evvâb kelimesinin çoğulu olup, Allah Teâlâ’ya çokça yönelen tövbe eden kişi anlamına gelir. İki ilâ altı rekata kadar kılınabilir. Bir, iki veya üç selâmla kılmak mümkündür. Hz. Peygamber, akşam namazından sonra altı rekat namaz kılınan evvâbînden sayılacağını bildirmiş ve arkasından şu ayeti okumuştur: “Eğer siz iyi olursanız, şunu iyi bilin ki Allah kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri (evvâbîn) son derece bağışlayıcıdır” (el-İsrâ,17/25; İbn Kesîr, Tefsîr; İstanbul 1985, V, 64, 65; eş-Şürünbülâlî, Merâkıl-Felâh, İstanbul 1984, s. 74).
Bunlar farz namazlara tabi olan nafile namazlardır.
C. Bağımsız Nâfile (Mendup) Namazlar:
Beş vakitteki farz namazların sünnetlerinden başka bir takım nâfile namazlar daha vardır ki bunlar, müstehap, mendup veya tatavvu’ adı verilen nâfilelerdir:
1. Kuşluk namazı
En az iki rekat olup, sağlam görüşe göre, dört veya sekize kadar kılınabilir. Mendup bir namazdır. Vakti, güneşin bir mızrak boyu yükselmesi ile başlayıp, zeval vaktine yirmi dakika veya yarım saat kalıncaya kadar devam eder. Hz. Âişe’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Resulullah (s.a.s) kuşluk namazını ikişer ikişer, dört rekat olarak kılar, birinci selâmdan sonra dünya sözleri konuşmazdı” (es-San’ânî, Sübülü’s-Selâm, Kahire 1950, II, 16). Müslim’in rivayeti ise şöyledir: “Hz. Peygamber kuşluk namazını dört rekat olarak ve Allah’ın dilediği kadar ilâvede bulunarak kılardı”.
2. Teheccüd namazı
Yatsı namazından sonra daha uyumadan veya kısa bir uykudan sonra kalkıp kılınacak nâfile namaza “gece namazı (salatül-leyl)” denir. Bir süre uyuduktan sonra, gecenin yarısından imsak vaktine kadar kalkılıp kılınırsa “teheccüd” adını alır. Teheccüd namazı iki rekattan sekiz rekata kadardır. Her iki rekatta bir selam verilmesi daha faziletlidir.
Teheccüd namazı Hz. Peygamber’e farzdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Ey Muhammed! Gecenin bir bölümünde uyanıp, sırf sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere, Kur’an’la gece namazı kıl. Rabbinin seni Makam-ı Mahmuda erdireceğini umabilirsin” (el-İsrâ,17/79). Bu namaz diğer müslümanlara sünnet veya müstehap derecesindedir.
Teheccüd namazına diğer müminleri de teşvik eden ayet (bk. el-Müzzemmil, 73/20; es-Secde, 32/16; el-Furkân, 25/63, 64; ez-Zâriyât, 51/17, 18; Âli İmrân, 3/16, 17) ve hadisler vardır. Abdullah b. Ömer (r.a)’nın kendisini rüyada cehennemde görmesi ve bir meleğin yaklaşarak “korkma” demesini Resulullah (s.a.s)’a anlatması üzerine, Allah elçisi şöyle buyurmuştur:” Abdullah ne iyi adamdır. Fakat kalkıp gece namazı kılmayı âdet edinseydi ne iyi olurdu “. Abdullah b. Ömer, bundan sonra gece uykusunu azaltmıştır. Buradan teheccüd namazına devam eden her ferdin iyi olarak anılmaya lâyık olduğu anlaşılır (ez-Zebîdî, Sahîh-ı Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, Ankara 1982, IV, 29, 30, H. No: 576). Başka bir hadiste şöyle buyurulur:
“Gece namazına devam edin. Çünkü gece namazı kılmak sizden önceki salih kulların âdetidir. Rabbinize karşı bir taattır, kötülükleri örtücü ve günah işlemekten alıkoyucudur” (Tirmizî, Deavât, 101).
3. Abdest namazı
Abdestten veya gusül abdestinden sonra vakit elverişli ise, yaşlık kuruyacak kadar bir süre geçmeden iki rekat namaz kılınması menduptur. Hadiste şöyle buyurulmuştur:” Her kim abdest alır, abdesti güzel yapar, sonra kalkıp iki rekat namaz kılarsa ve bu iki rekata kalbiyle yönelirse, o kimseye cennet vacib olur” (Buhârî, Vüdû, 24; Müslim, Tahâre, 5, 6,17; Ebû Dâvûd, Tahare, 65).
4. Tahiyyetül-Mescid namazı
Tahiyye, selâm vermek demektir. Tahiyyetül-Mescid de; mescide selâm vermek anlamına gelir. Mescide ilk giren kimsenin, Mescidin Rabbine selâm vermek ve O’nu yüceltmek amacıyla iki rekat namaz kılması menduptur. Bir günde, ta’lim, teallüm vb. sebeplerle bir kaç kere mescide girmek zorunda olan kimselerin bu namazı ilk girişte bir kere kılması yeterlidir.
Hadiste şöyle buyurulur: “Sizden her kim mescide girerse iki rekat namaz kılmadan oturmasın” (Buhârî, Salât, 60, Teheccüd, 35; Müslim, Misâfirîn, 69, 70; Tirmizî, Salât, 118).
Bir mescide girip meşguliyetinden veya vaktin darlığından ya da kerahetinden ötürü tahiyyetül-mescid yapamayacak kimse şu duayı okumayı yeterli ve müstehap görülmüştür:
Sübhânellah vel-Hamdûlillah ve la ilahe illallahü vellahu ekber”
Anlamı: “Allahı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hamd Allah’a mahsustur. Allah’tan başka hiç bir ilah yoktur. Allah herşeyden yücedir”. Diğer yandan, bir mescidde her hangi bir namazı kılmak veya orada bir farzı kılmak için imama uymak niyetiyle girmek de tahiyyetül-mescid yerine geçer.
5. İstihare namazı
İstihâre; bir şeyin hayırlı olanını istemek demektir. İstihâre namazı, nasıl hareket edileceği bilinemeyen mübah işlerde manevi bir işarete nail olmak için kılınan iki rekatlık bir namazdır. Cabir b. Abdullah (r.a) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber bütün işlerde bize Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi istihâreyi öğretir ve şöyle buyururdu: “Sizden biri bir iş yapmak istediği vakit, farz dışında iki rekat namaz kılsın ve istihâre duasını okusun” (bk. Buhârî, Teheccüd, 25; Deavât, 49; Tevhîd,10; Tirmizî, Vitr, 18; İbn Mâce, İkâme, I, 18; Ahmed b. Hanbel, III, 344).
İnsan kendi hakkında bir şeyin hayırlı olup olmadığına dair bir işarete kavuşmak isterse, yatacağı zaman iki rekât namaz kılar. Birinci rekâtta “Kâfirûn” sûresini, ikinci rekâtta da “İhlâs” sûresini okur. Namaz sonunda da istihare duasını okur. Sonra da abdestli olarak kıbleye yönelip yatar. Rüyada beyaz ve yeşil görülmesi hayra işarettir. Siyah veya kırmızı görülmesi de şerre (kötüye) işarettir. Bu şekilde İstihare namazının yedi gece yapılması ve kalbe ilk gelene bakılması da bir hadîs-i şerîfle buyurulmuştur.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ashabına istihareyi öğretirlerdi. İstihare namazını kılmak mümkün olmayınca, yalnız duası ile yetinilir. Aslında meşru ve hayırlı bir iş için yapılacak istihare, onun istenilen vakitte yapılıp yapılmaması yönünden yapılır. Yoksa doğrudan doğruya o hayırlı iş için yapılmaz. Belli bir senede hac yapılıp yapılmaması gibi… İstihare duası Peygamber Efendimizden şöyle rivayet edilmiştir:
** “Allahümme, innî estehîruke bi’ilmike ve estakdiruke bikudretike ve es’elüke min fadlike’l-azîmi. Feinneke takdiru ve lâ akdiru ve ta’lemu ve lâ a’lemu. Ve ente allâmu’l-ğuyûbi. Allahümme in künte ta’lemu enne haze’l-emre hayrun li fi dînî ve meaşî ve akıbeti emrî ve a’cili emri ve âcilihi fakdirhu lî ve yessirhu lî sümme barik fîhi. Ve in künte ta’lemu enne haze’l-emre şerrun lî fi dînî ve maişî ve akıbeti emri ve a’cili emrî ve âcilihi fasrifhu anni vasrifnî anhu. Fakdir lîye’l-hayre haysü kâne. Sümme erdınî bihi.”
Anlamı: Allah’ım! Sen bildiğin için, hakkımda hayırlı olanı senden isterim ve kudretin yettiği için de, ben senden güç isterim. Senin büyük ihsanından hayır dilerim. Çünkü senin her şeye gücün yeter; ben ise güçsüzüm. Sen her şeyi bilirsin; ben bilmem. Sen olacak şeyleri de bilensin.
Allah’ım! Eğer bu iş, benim dinim, dünya yaşayışım, akıbet olarak işim, dünya ve âhiretim hakkında hayırlı olduğunu biliyorsan, bunu bana takdir et ve bana kolaylaştır. Sonra onda bana bereket ver. Eğer bu iş benim dinim, yaşayışım, akıbet olarak işim, dünya ve âhiretim hakkında benim için kötülük olduğunu biliyorsan, bunu benden kaldır, beni de ondan uzaklaştır. “Hayır nerede ise bana onu takdir ve nasib et. Sonra beni ona razı kıl…”
6. Tesbih namazı
Dört rekatlı bir namaz olup her rekatta Fâtiha ve bir sûre okunur. Bir veya iki selâmla tamamlanır. Bu namazda üç yüz kere şu tesbih duası okunur: “Sübhanallahi vel-hamdü Lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vellahü ekber ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm “
Anlamı: “Allahı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hamd Allah’a mahsustur. Allah’dan başka hiç bir ilâh yoktur. Allah herşeyden yücedir. Büyük ve yüce olan Allah’dan başka hiç bir güç ve kudret sahibi yoktur “.
Hz. Peygamber amcası Abbas (r.a)’a kendisini Allah’a yaklaştıracak bir ameli bildirmek için tesbih namazını talim buyurmuş ve eğer bu namazı kılarsa, günahları kum yığınları kadar çok olsa bile Allah’ın bunları mağfiret edeceğini bildirmiştir. Bu namazı her gün, bu olmazsa cuma günü, bu olmazsa ayda veya yılda bir kere, başka rivayette, ömründe bir defa kılmasını tavsiye etmiştir (Tirmizî, Vitr,19; İbn Mâce, İkame,190; Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 14 ve “Namaz” maddesi).
Namazın Kılınış Şekli:
Bu namaz, her rekâtinde yetmiş beş defa “Sübhanallahi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber” diye tekbir alınan dört rekâtlı bir namazdır. Allah rızası için nafile namaza niyet ederek “Allahü Ekber” diye namaza başlanır. Sübhaneke’den sonra on beş kere “Sübhanallahi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallahu vallahu ekber” okunur. Sonra Eûzü Besmele çekilerek Fatiha ile bir sûre daha okunur. Arkasından tekrar on defa “Sübhanallahi…” tekbiri okunur. Sonra rükûa varılıp rükû tesbihlerinden sonra yine on defa “Sübhanallahi…” okunarak rükûdan (Semi’allahü limen hamideh, Rabbena ve lekelhamd denilerek) kalkılır. Bu kıyam halinde de on defa “Sübhanallahi…” okunur. Ondan sonra secdeye varılıp secde tesbihleri yapıldıktan sonra yine on defa “Sübhanallahi…” okunur. Secdeden tekbir ile kalkılır ve celse halinde yine on defa “Sübhanallahi…” okunur. İkinci secdeye tekbir ile varılıp üç defa yine secde tesbihleri yapıldıktan sonra on defa “Sübhanallahi…” okunur. Böylece namaz tekbirlerinden fazla olarak alınan tekbirlerin toplamı “Yetmiş beş” olur.
Bu birinci rekâttan sonra ikinci rekâte kalkılır ve yine önce on beş defa “Sübhanallahi…” okunur. Sonra birinci rekâtta yapıldığı şekilde kılınarak ka’de (son oturuş) yapılır. Tahiyyat ile Salâvatlar okunur ve selâm verilir. Her iki rekâtta yapılan bu tesbihlerin toplamı yüz elli olur. Bundan sonra selâm verilip aynı şekilde iki rekât daha kılınır. Böylece dört rekâtta yapılan tesbihlerin sayısı üç yüz olur.
Bu tesbih namazında yanılma olsa, yapılacak sehiv secdelerinde bu tekbirler getirilmez.
7. Hâcet namazı
Dünyevî ve uhrevî isteği olan kimse abdest alır, yatsı namazından sonra iki veya dört rekat, başka bir görüşe göre on iki rekat namaz kılar, sonra Allah Teâlâ’ya senâda ve Hz. Peygambere salatü selâmda bulunur, bundan sonra hâcet duasını okuyup, isteğinin gerçekleşmesini Yüce Allah’dan ister.
Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a)’dan nakledildiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Her kimin Allah’dan bir dileği olursa veya insanlardan bir isteği olursa, önce abdest alıp iki rekat namaz kılsın, sonra Allaha hamd ve senada bulunsun ve Hz. Peygambere salatü selâm getirsin. Sonra şu duayı okusun: “Lâ ilâhe illallahul-halîmül-kerîm. Sübhânellahi Rabbil-arşil-azîm. el-Hamdü lillâhi Rabbil-âlemin, nes’elüke mûcibâti rahmetike ve azâime mağfiretike vel-ganîmete min külli birrin ve’s-selâmete min külli ismin. Lâ teda’lî zenben illâ gafertehû ve lâ hemmen illâ mezahtehû ve lâ hâcete hiye leke rizan illâ kadaytehâ yâ erhamerrâhimîn “.
Anlamı: “Halîm ve kerîm olan Allah’dan başka ilâh yoktur. Yüce arşın Rabbi olan Allah’ı tesbih ederim. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Allah’ım! Rahmetini gerektiren şeyleri, kesin affını, her iyiliği elde etmeyi, her günahtan uzak olmayı senden dilerim. Affetmediğin hiç bir günah, feraha çıkarmadığın hiç bir tasa, senin rızana uygun olan hiç bir ihtiyacı da karşılamadan bırakma. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım” (Tirmizî, Vitr,17; İbn Mâce, 189; Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 352, 353).
4 Rekatlı Hacet namazının birinci rekâtında Fatiha sûresinden sonra üç defa Ayete’l-kürsî, diğer üç rekâtinde de birer Fatiha ile birer İhlâs ve Muavvizeteyn (Felak-Nas) sûreleri okunması hakkında bir hadîs-i şerîf vardır.
Diğer Hacet duası şudur:
* “Allahümmeinni es’elüke tevfika ehlilhüda ve a’male ehlil-yakîni ve münasahata ehlittevbeti ve azme ehlissabrı ve cidde ehlilhaşyeti ve talebe ehlirrağbeti ve taabbüde ehlilvera’i ve irfane ehlil-ilmi hatta ehafüke. Allahümme innî es’elüke mehafeten tahcüzünî an ma’sıyetike hatta a’mele bitaatike amelen estahıkku bihi rizake ve hatta unasıhake bittevbeti havfen minke ve hatta uhlisa lekennasıhate hubben leke ve hatta etevekkele aleyke fil-umuri hüsne zannin bike, Sübhaneke halikı’nnuri.”
Anlamı: Allah’ım! Ben senden hidayet ehlinin başarısını, yakîn erbabının amellerini, tevbe edenlerin ihlâsını, sabredenlerin azmini, haşyet sahiblerinin ciddiyetini, rağbet erbabının isteklerini, takva ehlinin iadet hallerini, ilim sahiblerinin anlayışını dilerim. Böylece korkarak senden gereği üzere korkmuş olayım.
Allah’ım! Ben senden öyle bir korku isterim ki, beni sana isyan etmekten engellesin de, sana itaat ederek bir amel işleyeyim, onunla senin rızanı kazanayım; böylece senden korkarak ihlasla tevbe edeyim, sana muhabbetle ibadeti ihlas üzere yapayım ve sana güzel zan besleyerek bütün işlerde sana tevekkül edeyim. Ey nuru yaratan, sen bütün noksanlıklardan münezzehsin!..
8. Yolculuk namazı
Bir müslümanın yola çıkacağı veya yoldan döndüğü zaman iki rekat namaz kılması menduptur. Hz. Peygamber yolculuktan gündüz kuşluk vakti döner, Mescid-i Nebevî’ye giderek iki rekat namaz kılar, orada bir süre otururdu” (bk. Buhârî, Salât, 59; Cihâd, 198).
9. İstiska (Yağmur İsteme) namazı
Şiddetli kuraklık hüküm süren zamanlarda yağmur duası yapılır. Çünkü Kur’an’da Nûh, Mûsâ ve Hûd peygamberlerin kavimlerine su verilmesi için yaptıkları dualardan söz edilir (bk. Nûh, 71/10-12;.el Bakara, 2/60).
Enes b. Malik (r.a)ten rivayete göre, Allah Rasûlü cuma hutbesi irad ederken, şiddetli kuraklığın hüküm sürdüğünü, ürünün ve hayvanların telef olduğunu söyleyen bir adamın isteği üzerine; Allahım bize su ver, Allah’ım bize su ver” diye dua etmiştir. Bunun üzerine gökte hiç bulut yokken, birden bulutlar belirmiş ve yağmur yağmaya başlamıştır. Bir hafta süren yağmurlar âfet halini almaya başlayınca, ertesi hafta aynı adamın yağmurun kesilmesini istemesi üzerine Allah’ın Resulü şöyle dua etmiştir: Allah’ım! Yağmuru üzerimize değil, çevremize, dağlara, tepelere, vadilere ve ağaçlı yerlere ver”. Bu dua ile yağmur kesilmiştir (Buhârî, İstiskâ, 6; Müslim, İstiskâ, 8).
Ebû Hanîfe’ye göre istiska; dua ve istiğfardan ibarettir. Bu yüzden bu dua özel bir namaz kılmadan ve hutbe okumadan yerine getirilebilir. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre ise, yağmur duası namazının, ihtiyaç varsa, hazarda veya seferde kılınması menduptur. Yağmur gecikirse bu dua günler boyu tekrarlanır. Çünkü Allah Teâlâ duada ısrarlı olanları sever (bk. el-Kasânî, el-Bedâyi’, I, 282; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 437; İbn Abidîn, Reddül-Muhtar, I, 790 vd.; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali, İstanbul 1991, s. 353 vd.).
Yağmurun inmesi gecikirse, eski elbiseler giyilerek ve başlar öne eğilerek tevazu içinde yaya olarak sahraya çıkılır. Önceden tevbeler yapılır, sadakalar verilir. Haksız yere alınmış şeyler varsa, sahiblerine geri verilir. Müslümanlar için mağfiret istenir.
İmam Muhammed’e göre hatib, hutbe esnasında elbisesi dört köşeli ise bunun aşağısını yukarıya, yukarısını da aşağıya çevirir. Değirmi ise sağını sol tarafa ve solunu da sağ tarafa getirir. Giydiği kaba kaftan ise, içini dışarıya ve dışını da içeriye getirir ve bu şekilde elbisesini giyer. Bu, sıkıntılı durumun değişmesi için bir hayır nişanı olarak yapılır. Fakat cemaat elbiselerini böyle tersine giymez.
Müslümanlar yağmur duasına çıkarlarken çocuklarını, evcil hayvanlarla onların yavrularını beraberlerinde götürürler. Çocukları ve yavruları bir müddet analarından uzaklaştırırlar. Böylece üzüntülü bir hal içinde zayıflara ve ihtiyarlara dua ettirerek kendileri de amîn derler. İşte üzüntü, tevazu, kalb yumuşaklığı ve büyük bir teslimiyet içinde Yüce Allah’ın rahmet ve yardımı istenir. Daha sahraya çıkmadan yağmur yağmaya başlarsa, buna bir şükür karşılığı olsun diye yine sahraya çıkarlar. Bunu yapmak mendubdur.
Yağmurlar istenenden çok yağmaya başlayınca, bunun kesilmesi veya başka taraflara dönmesi için dua edilmesinde bir sakınca yoktur.
Yağmur yağarken: “Allahümme sayyiben nafi’an = Allah’ım! Bunu yararlı yağmur yap” denir, istenilenden fazla yağınca da: “Allahümme havaleyna ve lâ aleyna = Allah’ım! Bunu zarar vermeyecek yerlere yağdır, bizim üzerimize yağdırma” diye dua edilir.
Dua eden isterse ellerini yukarıya kaldırır, isterse iki işaret parmağı ile işaret eder. Her zaman sonsuz rahmetine ve yardımına kavuşmakta bulunduğumuz ikram ve merhameti bol olan Allah’ımızı hiç bir an unutmamak ve her vesile ile O’na muhtaç olduğumuzu anlayarak Yüce varlığına yönelmek ve yalvarışta bulunmak, bizim için bir kulluk borcudur.
Bir düşünelim: Zaman zaman bulutlardan topraklarımıza yağan o yararlı yağmurlar kesilse, bunun sonu olarak da ırmaklar ve dereler kurusa, su kanalları bomboş kalsa, acaba bu suları bize kim getirebilecektir?
Kaynaklarından daima fışkırıp duran ve hayatımıza hizmet eden o tatlı ve berrak suları Yüce Allah yerin dibine geçirse, acaba bunları kim bize getirebilecektir?
İşte “De ki: Bana bildiriniz bakalım. Eğer suyunuz bir sabah yerin dibine batıp çekilse, size böyle akıp giden bu suyu (Allah’dan başka) kim getirebilecektir?” (Mülk, 30) âyet-i kerîme de, dikkat ve düşüncemizi bu noktaya çekiyor. Artık insanlık için habersiz kalmak ve Hak’dan yüz çevirip nankörlük etmek asla caiz olmaz.
Peygamber (s.a.v) Efendimizin bize nakledilen yağmur duası şudur:
*** “Allahümme, eskına ğaysen muğîsen henîen merîen ğadekan mücellilen seyhan ammen tabakan. Allahümme, eskine’l-ğayse ve lâ tec’alnaminelkanitîn. Allahümme, inne bilbilâdi ve’l-ibadi vel-hakkı minel-levâi ve’d-danki ma lâ neş-kü illâ ileyke. Allahümme, enbit lena Ezzer’a edirre lena eddar’a ve eskına min, berakâtissema’i ve enbit lena min berekâtı’l-arzı. Allahümme, inna nestağfiruke inneke künte ğaffaren feersilissemae aleyna midrara.”
Anlamı: “Bize yardım eden, içimize sinen, bol ve faydalı olup her tarafı kaplayan ve her tarafı sulayan genel bir yağmur ihsan et.
Allah’ım! Bizi yağmurla sula, bizi ümitlerini kesmiş kimselerden etme. Allah’ım! İllerde, kullarda ve yaratıklarda öyle bir güçlük ve darlık var ki, senden başkasına arzedemeyiz. Allah’ım! Bizim için ekinler bitir, hayvan memelerini sütle doldur, bizi göğün bereketlerinden sula ve yeryüzünün bereketlerinden bize ürün bitir. Allah’ım! Biz senden mağfiret dileriz. Şübhe yokki sen, çok bağışlayansın. Artık bize gökten bol bol yağmur yağdır.”
10. Küsûf (Güneş Tutulması) namazı
Güneş tutulmasına “küsûf”, ay tutulmasına “husûf” denir. Güneş tutulduğu zaman, bir beldede cuma namazını kıldıran imam, ezansız ve kametsiz olarak en az iki rekat namaz kıldırır. Ebû Hanife’ye göre bu namaz gizli, Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre açıktan kıraatla kılınır.
Hz. Peygamber güneş tutulduğu zaman iki rekat namaz kıldırmış ve arkasından şöyle buyurmuştur: “Bu olaylar Allah’ın büyüklüğünü gösteren delillerdir. Allah Teâlâ bunlarla kullarını korkutmak istiyor. Bunları gördüğünüz zaman, en son kıldığınız farz namaz gibi namaz kılın ” (Buhârî, Küsûf, 1,17; Ebû Dâvûd, İstiskâ, 4, 9, Sünnet, 9; Nesâî, Küsûf, 5, 12, 14, 16, 24).
11. Husüf (Ay Tutulması) namazı
Ay tutulduğu zaman müslümanların evlerinde teker teker bir halde ve küsûf namazı gibi gizli veya açıktan iki ya da dört rekat namaz kılmaları menduptur. Ebû Hanîfe’ye göre, bu namazın camide cemaatle kılınması sünnette yoktur. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel ile bazı hadis bilginlerine göre, cemaatle kılınır.
Ay tutulması gece olabileceği için cemaatin camide toplanıp toplu namaz kılmasında güçlük vardır (el-Kâsânî, a.g.e., I, 282; eş-Şürünbülâlî, Merâkı’f-Felâh, 92).
Şiddetli rüzgâr, fazla karanlık, geceleyin fazla aydınlık, yer sarsıntıları ve taşkın hastalıklar gibi korkunç olaylar karşısında da güneş ve ay tutulması namazları gibi bir namaz kılınması güzel görülmüştür.
Bu gibi arızalar ve olaylar, hep Allahü Teâlâ’nın azamet ve kudretine, hikmetli işlerine delâlet eden birer nişandır. “Biz o âyetleri (mucizeleri) ancak korkutmak için göndeririz.” (İsra, 59) âyet-i kerîmesinin beyanı üzere, bu gibi alâmetler insanları korkutmak, onları günahlardan kurtarıp ibadet ve tevbeye yöneltmek için zaman zaman meydana gelen kudret alâmetleridir. Bunları gören sağduyulu bir kimsenin ruhunda bir korku ve bir heyecan belirir. Gözlerinin önünde Yüce Allah’ın celâl ve azameti canlanmaya başlar. Artık o kimse, büyük yaratıcımızın bu âlemi ne kadar muntazam ve mükemmel bir şekilde yaratmış olduğunu anlar. Daima o büyük yaratıcının korumasına muhtaç olduğunu kavrar. Bu anlayışla, ezelden beri var olan yaratıcısına döner. O’na saygı için namaz kılar, O’nun koruma ve yardımına kavuşmak için dua eder. Böylece gafletten uyanır. Anlayışlı bir ruha sahib olmak için çalışmış olur.
Güneş ve ay’ın tutulmasının ne gibi muntazam kanunlar dairesinde meydana geldiği bilinmektedir. Düşünen bir insan için, bu kanunları, böyle belirli ve mükemmel bir şekilde meydana getiren Yüce Yaratıcıyı anlamak en yüksek bir görevdir.
Güneş ve ay tutulması ile, aydınlık nimeti karanlığa dönüyor. İki parlak kürenin görüntüsünü yoğun bir gölge kaplıyor. Bu durum devam edecek olsa, hayatımızda kim bilir ne acı değişiklikler meydana gelir. Halbuki her şeyi bilen, hikmet sahibi olan âlemlerin yaratıcısının koyduğu tabiat kanunları buna engel oluyor. Bu korkunç üzüntü verici durum az sonra kalkıyor. O iki kudret kaynağı, yine olanca parlaklığı ile aydınlık ve nurlarını etrafa saçıp durmaya başlıyor. Artık bundan dolayı Kerim ve Rahim olan yaratıcımıza binlerce, yüz binlerce şükretsek, yine kulluk görevimizi yerine getirmiş olamayız.
Hiç kimsenin doğmasından veya ölmesinden dolayı ay ile güneşin tutulmayacağını Peygamber Efendimiz beyan buyurmuşlardır. Şöyle ki: Peygamber Efendimizin muhterem çocuğu İbrahim, bir buçuk yaşında iken hicretin onuncu yılında vefat etmişti. O’nun ölümü gününde güneş tutulmuştu, insanlar bu masum yavrunun ölümünden dolayı güneşin tutulduğunu sanmışlardı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
“Güneş ile ay bir kimsenin ne ölümünden, ne de hayata kavuşmasından dolayı asla tutulmazlar. Bunların tutulduğunu gördüğünüz zaman namaz kılın, Yüce Allah’a dua edin.”
Diğer bir hadîs-i şerîfde de: “Bunlar Yüce Allah’ın alâmetlerinden iki nişandır” diye buyurulmuştur.
Peygamber Efendimizin mübarek ifadeleri daima böyle gerçekleri aydınlığa kavuşturmuş, insanları yanlış düşüncelerden ve inançlardan engellemiştir. Her yönü ile pak olan İslâm dini, akla ve hikmete uygun olmayan inanç ve davranışlardan büsbütün beri bulunmuştur. Artık böyle yüksek bir Peygambere ve mukaddes dine kavuşmamızdan dolayı ne kadar şükür secdelerine kapansak, yine az değil mi?
12.Katil Namazı:
Her nasılsa kısasla öldürülecek olan bir müslüman bu cezanın uygulanmasından önce iki rekât nafile namaz kılarak tevbe istiğfar etmelidir, hayırlı dualar yapmalıdır. Bu namaz onun Allah tarafından bağışlanmasına vesîle olabileceği cihetle güzel görülmüştür.
13.Tevbe Namazı:
Bir müslüman insanlık gereği bir günah işlerse, hemen bundan pişman olup tevbe etmesi lâzım gelir. İşte böyle bir kimsenin işlediği günahdan tevbe için güzelce abdest aldıktan sonra kırsal bir yere çıkıp iki rekât namaz kılması ve o günahdan dolayı Allah’dan mağfiret dilemesi mendubdur. Böyle günah işleyip de sonra kalbinde pişmanlık duygusu beliren kimse, bu günahı bir daha yapmamaya karar verip Yüce Allah’dan bağışlanmasını dilerse, Allah’ın onu bağışlayacağına dair bir hadîs-i şerîf vardır
Tövbe namazı ile ilgili bir hadis râviyeti şöyledir:
“Ali bin Ebî Talib (r.a) den şöyle demiştir: Ben Resulullah (s.a.v)’den bir hadis işittiğim zaman, Allah dilediği kadar beni o hadisten yararlandırdı. Başkası ondan bana hadis rivâyet ettiği zaman râviye yemin teklif ederdim. Yemin ettiği zaman onu tasdik ederdim. Ebû Bekir (r.a) da bana bir hadis rivâyet etti. Ebû Bekir doğru söyledi. Dedi ki, Resulullah (s.a.v): “Günah işleyen bir adam, günah işledikten sonra abdest alır, abdestini (sünnet ve âdâbına dikkat ederek) güzelce alır, sonra iki rekat namaz kılar, ve günahının mağrifetini Allah ‘tan dilerse, Allah ona mağrifet eder buyurdu” (İbn Mâce, Sünen, Kitabü İkametü’s-Salât, 193).
Aynı hadisin diğer bir rivâyeti de şöyledir:
…Esma b. el-Hakem, Ali (r.a)’yi şöyle derken işittim, demiştir: “Ben Resulullah (s.a.v)’den bir şey duyduğum zaman Allah’ın dilediği ölçüde onunla amel etmeye çalışan biriyim Efendimizin ashabından birisi bana bir hadis verirse, ondan yemin etmesini ister, yemin ederse kabul ederim. Ebû Bekir (r.a) doğru söyler-bana şöyle haber verdi: “Resulullah (s.a.v)’ı “Bu kimse bir günah işler de akabinde güzelce abdest alır, sonra kalkıp iki rekat namaz kılar ve Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah onu mutlaka bağışlar” derken işittim, Resulullah devamla: “Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah ‘ı anarlar…” meâlindeki ayeti sonuna kadar okudu” (Ebû Davûd, Sünen, Vitr, 26).
Bu rivâyetler, işlenen bir günahtan sonra yapılan tövbenin o günahın bağışlanmasına vesile olacağına işaret etmektedir. Fakat kaide olarak tövbeden önce Allah Resulunun ifadesiyle “güzelce sünnete ve adâba rivayeten abdesti alınması, ardından da iki rekat namaz kılınması gerekir.
Tövbe ve istiğfardan önce kılınan iki rekat namaz kişiyi dünyadan ve dünya zevklerinden uzaklaştırıp Allah’a yaklaştırır. Yaptığı rükû ve secdeler Allah’ın huzurunda ihtiyaç ve zaafına, onun gücü karşısında aczine işaret eder. Bu ruh hali içerisinde Rabbine el açıp dua eden, af dileyen kişinin dua ve tövbesi kabul edilmeye daha lâyıktır. Ayrıca yapılan kötülükten sonra namaz kılmakta, …İyilikler kötülükleri giderir.” (Hud,11/114) meâlindeki ayet-i kerimenin ifade ettiği manânın tahakkuku görülmektedir (Ebu Davud, Sünen, terc. heyet, 6/23, Ayrıca bkz: Tefsiru Sindî, Âl-i İmran, 14; Tirmizî, Salât, 181; Ahmed b. Hanbel, I, 2-9-10).
Rivâyette geçen ayetin tam meâli şöyledir: “Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde, Allah’ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah’tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar yaptıklarında bile bile direnmezler” (Âl-i İmran, 3/135).
Ayet-i Kerime’deki “fena birşey”den murat, “zina misali çok çirkin, görülen fiiller, bunun yanında büyük günahlar ve başkasını da ilgilendiren günahlardır” (M. Hamdi Yazır, Kur’an Dili, II, 1177).
“Kendine yani nefse zulüm “de tefsirlerde geçtiği şekliyle, zina kaydı olmadan herhangi bir günah veya başkasını ilgilendirmeyen, başkasına dokunulmayan günahlar ve küçük günahlardır (Seyyid Kutub, Fizilâl-il-Kur’an, terc. heyet, II, 454; İbn Kesir, Tefsir, terc. B. Çetiner, B. Karlığa, IV, 1370; M. Hamdi Yazır, Kur’an Dili, II, 1177).
14.Korku Namazı
Korku namazıyla, düşman, sel, yangın, yırtıcı hayvan gibi bir engel karşısında bulunan bir cemaatin, iki grup halinde nöbetle kıldıkları namaz. Bu namaz Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerle sabittir.
“Yolculuk ettiğinizde, kâfirlerin size bir fenâlık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur. Zirâ kâfirler size apaçık düşmandırlar. Ey Muhammed! Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bu kısmı seninle beraber namaza dursun ve silâhlarını da yanlarına alsınlar; secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza geçsinler; kılmayan öbür kısmı gelsin, seninle beraber kılsınlar, tedbirli olsunlar, silâhlarını alsınlar. Kâfirler size ansızın bir baskın vermek için, silâh ve eşyanızdan ayrılmış bulunmanızı dilerler. Yağmurdan zarar görecekseniz veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanıza engel yoktur, fakat dikkatli olun. Allah, kâfirlere şüphesiz ağır bir azap hazırlamıştır. Namazı kıldıktan sonra, Allah’ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuz zaman, namazı gereğince kılın. Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır” (en-Nisa, 4/101-103)
Korku namazıyla ilgili olarak hadisi şeriflerin birinde şöyle bir olay nakledilir: Abdullah İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s) ile birlikte Necid tarafına doğru gazaya gitmiştim. Düşmanın hizâsına geldik. Onlara karşı saf düzenine geçtik. Namaz vakti gelince Rasûlüllah (s.a.s) Efendimiz bize, kıldırmak üzere namaza durdu. Bir kısım ashab da onunla beraber namaza durdular. Diğer kısım ise yönünü düşmana çevirdi. Rasûlüllah (s.a.s) kendisiyle birlikte olanlarla beraber rükûa vardı ve iki defa seede etti. Derken, beraber namaz kılanlar henüz kılmamış olan grubun yerlerine gittiler. Ötekiler de gelip Rasûlullah (s.a.s)’in arkasında durdular. Rasûlullah onlarla da beraber rukûa varıp iki secde etti. Sonra selâm verdi. Ondan sonra, o iki grubun her biri nöbetleşe namaza durup kendi kendilerine birer defa rükûa varıp ikişer secde ettiler” (Buhârî, Havf, 11; Nesaî, Havf, 11; Dârimî, Salât, 185; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 150).
Ayet-i kerimeler ile hadis-i şerifteki ifadeler bu şekildedir. Âyette namazın ilk rekatının nasıl kılınacağı açıklanmakla birlikte diğer rekat veya rekatların nasıl tamamlanacağı açıkça belirtilmemektedir. Bunun cevabını da yukarıdaki hadis-i şerifte bulmaktayız.
Bu namazın kılınışını açıkça şöyle ifade edebiliriz: Cemâatten bir grup, düşman karşısında bulunurken diğer grup imama uyar. İki rekatlı bir namazın ilk rekatını imam ile beraber kılar. Namazın durumuna göre, birinci rekatta ikinci secdeden veya birinci oturuşta teşehhüdden sonra düşman cephesine gider; diğer grup gelerek imama uyar, onunla beraber namazın geri kalan kısmını kılar ve tekrar düşman karşısına gider. İmam ise kendi başına selâm verir ve namazı bitirir. Daha önce namazın ilk kısmını kılan grup, gelerek namazlarını kırâatsiz olarak tamamlar, selâm verir ve düşmana karşı giderler.
Bunların namazı kırâatsiz olarak tamamlamaları lâhik* sayılmalarından ötürüdür. İslâm fıkhında namaza imamla başlayıp, ara veren sonra yeniden uyana “lâhik” denir.
Sonra öteki grup gelir, namazlarını kirâatle tamamlayıp düşman cephesine tekrar giderler. Bu grubun, ikinci gelişlerinde kırâatte bulunmalarının sebebi ise mesbuk * sayılmalarındandır. imama namazın başında değil, ortasında veya sonunda uyan kimseye “mesbûk” denir. Ancak bu grupların imamın yanına geliş gidişlerinde güçlük ve tehlike varsa, namazın kalan kısmını bulundukları yerde tamamlamaları da mümkündür.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s), Zâtu’r-Rikâ’, Batn-ı Nahle, Usfan, Zu Kared olaylarında korku namazı kıldırmıştır. Daha sonra ashab-ı kirâm da mecûsiler ve diğerleri ile yaptıkları savaşlarda aynı şekilde korku namazı kılmışlardır.
Korku namazının gereği gibi olması için, imama uyan grupların, namazla cephe arasında gidip gelirken hayvana binmemeleri, kısaca namazı bozacak herhangi bir harekette bulunmamaları da gerekir. Aksi halde imam ile kıldıkları namaz bozulur ve namazlarını yeniden kılmaları gerekir.
Bu namazın kılınabilmesi için en az üç kişinin olması gerekir. Biri imam olur, biri ona uyar, üçüncü kişi de onları korumak için bekler.
Korkunun şiddetli olduğu ve düşman ile yapılan savaşın korkunç hâle geldiği zamanlar da müslümanlar, binmiş oldukları hayvanlardan yine inmeksizin namazlarını imâ ile kılabilirler. Bunun da mümkün olmadığı durumlarda, namazlarını tehir edip kazaya bırakabilirler, Nitekim Hendek savaşında Hz. Peygamber ve ashab bir kaç vakit namazı kazaya bırakmak zorunda kalmışlardı (İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadir, Mısır 1389/1970, I, 485 vd.; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980, I, 121 vd.; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtâr, İstanbul 1984, II, 62).
Buraya kadar verilen sünnette varid olmuş namazların dışında Mekruh vakitler haricinde kişi, dilediği zaman Rızaellillah dilediği kadar nafile namaz kılabilir bunda bir kısıtlama yoktur.
Nâfile veya mendup sayılan amellerin amacını eş-Şatıbî şöyle açıklar:
1. Hz. Peygamber’den sünnet olarak gelen her mendup, farz ve vacib ibadetlerin ikmali ve korunması için yardımcıdır. Çünkü nâfile ibadetler insanı farzları edaya hazırlar. Nâfile ibadetleri ihmal eden farzları da ihmale maruz kalır. Bazı mendupların kendi cinsinden farı ibadet vardır. Beş vakit namazın sünnetleri, nâfile oruç, nâfile hac ve sadakalar gibi. Bazılarının da benzeri ibadet bulunmaz. Namaz için güzel elbise giyinmek, iftarı acele yapmak, sahuru geciktirmek gibi. Bunların da farz ibadeti desteklediği görülür. Sözgelimi, iftarı acele yapmak, sahuru geciktirmek orucu kolaylaştırır ve şahsın bu ibadeti sürekli olarak yapmasını sağlar. Allah katında, az da olsa, ibadetin sürekli olanı makbuldür.
2. Mendup tek tek değil, bütünüyle yapılması gereken bir sünnettir. Nitekim sünnet-i müekkedeleri Hz. Peygamber ara sıra terketmiştir. Bu yüzden insan bazı darlık zamanlarında terkedebilir. Kaza edilmemeleri de bunu gösterir. Ancak toptan terkedemez. Meselâ; ezanı sürekli olarak terketmek caiz değildir. Bir ülkenin insanları ezanı sürekli olarak bırakmışlarsa, onlara bunu zorla okutmak gerekir. Yine bir kimse tamamen cemaati terkedemez. Çünkü Hz. Peygamber; “Bir kimse üç günden fazla cemaati terk ederse kalbi mühürlenir” (İbn Mâce, Mesâcid, 17) buyurmuştur. Evlenme de böyledir… Bazı hallerde fertler evlenmeyebilir, ancak toplum olarak bunu bırakamazlar, aksi takdirde toplum yok olur (eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât, Ticariye baskısı, Kahire, t.y., I, 132, 133, 151; M. Ebû Zehra, Usûlül-Fıkh, t.y., 40 vd.).